Avrupa'da ortaçağ şatoları... Şatolarda senyörler... Senyörlerin aşkları, savaşları, düğünleri, ölümleri... Hepsi hepsi bilinir bunların.
Ama aynı çağda köylüler acaba nasıl yaşıyorlardı?
Bu konuda yeterli belge olmadığı için, yeterli bilgi de yoktu.
Son yıllardaki arkeolojik araştırmalarda elektronik mikroskoplarla yapılan incelemeler, bazı ipuçları vermeye başladı.
Batı'daki ortaçağ köylüleri, hayvanlarıyla birlikte ailece cümbür cemaat, odasız ve tek katlı bir barınak içinde yaşıyorlardı.
Zahire ambarıysa barınağın dışındaydı.
Evli çiftler sevişmek için ya barınaktan avluya çıkıyor, ya herkesin uyuduğuna inandıkları saatlerde birbirlerine ancak üstünkörü sarılabiliyorlardı.
Kimse aşkın tadını doğru dürüst paylaşamıyordu.
Derken efendim... Çok hızlı üreyen domuzlar, insanlarla aynı barınağa sığmaz oldular.
Ortaçağ köylüleri de, hayvanları avluya çıkarıp zahire ambarlarını içeri almak zorunda kaldılar.
Zahire ambarları içeri girince ne oldu?
Sıçanlar da peşlerinden geldiler.
Bu kez köylüler buğdaylarını, çavdarlarını sıçanlardan korumak için, barınakta zahirenin bulunduğu yeri bir duvar örerek güvenceye aldılar.
Barınak ikiye bölündü.
İnsanların yaşadığı bölüm, ambarın bulunduğu bölüm...
Böylece ortaçağ barınaklarında oda uygulaması başladı.
Oda uygulaması başlayınca, genç evlilere de özel odalar yapıldı.
Aile kalabalığından özel odalarla ayrılan çiftler, birbirlerinin tadını çok daha ballı petekli çıkarmaya başladılar.
Erkeklerin kadınlara olan sevgisi, şefkati, saygısı arttı. Kadınların erkeklere olan tutkunlukları katmerlendi.
Türküler değişti, şiirler değişti.
Tabii bunlar yüzlerce yıl içinde oldu. Ve kadın-erkek ilişkilerinde çok daha köklü, çok daha doğaya uygun olarak çıkan yeni boyutlar, toplumun yaşam sevgisini de etkiledi.
Kadını erkeğiyle herkes, artık daha keyifli, daha zevkli, daha lezzetli yaşamak istiyordu.
Barınaklar evlere dönüşüyor; avlular, teraslar çiçekleniyor, şarap tüketimi artıyor, ortak söylenen şarkılarla kasvetten kurtulan müzikli geceler yaygınlaşıyordu.
Yaşamın zorluğu, yeni icat edilen makinelerle törpülenmek isteniyordu.
İnsanların dili damağı dünyanın şekerine şerbetine alışmaya başlıyordu.
Herkes bir gün bitecek olan yaşam serüveninin içine, daha çok dünya sığdırma derdine düşüyordu...
Okyanuslar aşılıyor, Amerika'daki altınlar Avrupa'ya geliyordu.
Giyim kuşam düzeliyor, bilgi birikimleri yoğunlaşıyor, kişilerin haklarına sahip çıkma bilinçleri keskinlneşiyordu.
Sözün kısası, Batı uygarlığının hamuru yoğruluyordu.
Bütün bunlar ortaçağ köylülerinin barınaklarına sığamayan domuzlarla, domuzların dışarı çıkarılarak içeriye alınan zahirenin bir türlü peşini bırakamamış sıçanlar sayesinde mi olmuştu?
Avrupa'daki ortaçağ köylülerine ait son araştırılar, uygarlık alanındaki gelişmelerin bir nedenini de bunlara bağlamakta...
Geri kalmış ülkeler ise neden geri kaldılar?
Ortaçağ'daki Avrupa köylüleri gibi domuzla sıçan sorununa çare bulmak derdine uğramadıkları için mi?
Kimbilir?
İnsanlığın nasıl geliştiği konusunda yığınla düşünce üretilmiş, onbinlerce kitap yazılmıştır. Değişim mekanizmasıyla uygarlığın avizelenmesinde, çok hızlı üreyen domuzla sıçanın da önemli bir etken olduğu ise, ilk kez ortaya atılıyor.
Önümüzdeki yüzyıl içinde, şimdi akla gelmeyen hangi ayrıntılara kadar inilecek, Tanrı bilir...