Evet, bu merkez yapılmalı
Sevgili Şakir bey (Eczacıbaşı) bu konuyu kafasına takmış. İstanbul Film Festivali'nin geçen gün yaptığımız ilk danışma toplantısında (Gelecek yılın festivali için bomba gibi haberler, önemli değişiklikler var. İlk fırsatta!) konuyu yine gündeme getirdi ve özellikle bana sordu: Sen bu konuda niye yazmadın diye...
Konu, malum, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın Maslak'ta yaptırmaya giriştiği büyük kültür kompleksi. Vakıf belli bir devlet desteğiyle yola çıkarak bu işe başlamış. Belirli bir noktaya da getirmiş. Ama son hükümet döneminde tüm yardım ve destek bıçak gibi kesilmiş. Ve bu görkemli sanat merkezi yarıda kalmış.
Oysa merkezin İstanbul'a öylesine büyük yararları olacak ki... Her türden sanat etkinliğine dönük irili-ufaklı salonlarda artık kentin sanatsal nabzı atacak, çok büyük konserler verilebilecek, her türlü etkinlik yapılabilecek. Belki çok ikinci planda olan birini ben hatırlatayım: Merkezde bir videotek kurulması ve sinema klasiklerinin düzenli biçimde gösterimi de söz konusu. Yani İstanbul'un yıllardır özlenen bir sinemateğe kavuşması için de eşsiz bir fırsat...
Şakir beye basında gördüğü büyük desteği hatırlatarak, "O kadar yazıldı ki, benim yazmama gerek kalmadı" dedim. O ise, Sabah-İstanbul'un çok okunan, çok etkisi olan bir yayın organı olduğunu söyleyerek buna karşı çıktı.
Evet, işte ben de yazıyorum. Yazmak ne kelime, haykırıyorum. Sevgili ve sanatsever Başbakanımız, gerçek bir hukuk ve kültür adamı olan Cumhurbaşkanımız, kültür işleriyle ilişkili diğer yetkililerimiz, İKSV'ye destek verin, bu güzel proje sonuna ulaştırılsın. Ve gelecek kuşaklar buranın sonsuz nimetlerinden yararlanırken, sizlerin adını anarak dua etsin... Tıpkı Paris'in eşsiz kültür merkezi Beauborg'a destek veren Pompidou'nun bu yapı sayesinde ölümsüzleşmesi gibi...
Sokağa çıkmak ya da çıkmamak
İSTANBUL'un sokağa açılması. Yani varolan ve halka hizmet veren lokanta, kafe, bar gibi kuruluşların uygun olan yerlerde sokağa açılmaları, kaldırıma masa, sandalye atmaları ve kentin büyük Batı kentlerine benzeyen bir havaya bürünmesi...
Son günlerin gözde konularından biri de bu. Üzerinde az yazılmadı, az konuşulmadı. Bu kampanyaya yüzde yüz katılmayı belirtmeliyim öncelikle...
Yalnız sorun biraz yanlış ortaya konuyor gibi geldi bana... Örnek olarak Avrupa'nın büyük kentleri, örneğin Paris ya da Viyana gösteriliyor.
Özellikle Paris tarzı cafe'ler, bir yandan Fransızların sürekli konuşan, tartışan birarada olmaktan hoşlanan dışa dönük bir halk olmaları, öte yandan Paris'in kendine özgü konut durumu (çoğu küçük ve eski, konforsuz daireler) nedenleriyle gelişmiş. Viyana'da ise daha çok o inanılmaz kahve kültürü nedeniyle...
Ama öte yandan Berlin, Londra, Stockholm gibi Avrupa kentlerinde aynı kültür yok. Londra'da bir sokak cafe'si bulmak için saatlerce dolaşabilirsiniz. Onların çay salonları ve de pub'ları var. Ki o biraz farklı bir kültür ve yaşam biçimi... Diğerlerinde ise çokluk kötü hava, sokağa çıkılmasını önlemiş. Biraz güneş görünce Berlin veya Stockholm'lunun yaptığı cafe'ye çıkmak değil, kendisini yeşil alanlara atıp sereserpe güneşlenmek...
Biz ise sokağa açılmayı farklı nedenlerle istemeliyiz. Bir kez bir Akdeniz ülkesi olduğumuzdan ve hava çokluk buna imkan verdiğinden dolayı... Öte yandan bizim, yani Osmanlı'nın da gelişmiş bir kahve kültürü var. O denli sokağa açılmasa da... Varolan ve Avrupa'yı da o kadar etkilemiş olan bu kültürü alıp biraz çağdaşlaştırmak, biraz güncelleştirmek yeterli...
Başta turizme dönük Eminönü-Sultanahmet ve bu işe gönüllü gözüken Şişli-Nişantaşı semtleri olmak üzere sokağa açılmanın yasal, pratik ve estetik koşullarının yaratılacağı bir uygulamayı ve artık randevularımızı bir sokak cafe'sinde vereceğimiz günleri sabırsızlıkla bekliyorum.
|