Bir muhteşem müze ki..
Kapıdan girer girmez, büyülendim.. Öyle kalakaldım..
Bakakaldım..
Şaşa kaldım..
Nasıl insanı anında çarpan bir görüntü bu..
Bir geminin güvertesi gibi girdiğiniz yer.. Küpeşteye dayanmış bakıyorsunuz.. Karşınızda sizi yüzlerce yıl önceye götüren bir gemi var.. Daha doğrusu, kesiti.. İçeriyi göresiniz diye, size bakan tarafı sökülmüş sanki.. İçerde geminin sahibi ve kaptanı Suriyeli kaptan.. Karşısında Finikeli, alıcı tüccar.. Kaptan, firavunun ülkesinden hazineler taşıyor olmaktan mutlu.. Geminin ambarlarına bakıyorsunuz.. O zaman nerdeyse pırlanta kadar pahalı külçe camlar.. Ustalar tarafından işlenmek üzere satılacak.. Amforalar, şarap ve zeytinyağı dolu.. Kıç ambarlarda hazine var.. Bir altın kupa parıldıyor..
Bu gemi İsa'dan 1.300 yıl önce Gökova'da batmış..
Sonra aşağı bakıyorsunuz.. Bu defa tarih 1960.. Tam 3 bin 300 yıl sonra, batığı süngerci Mehmet Çakır farketmiş. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Oğuz Alpözen'e haber vermiş. Alpözen dalmış ve batığı bulmuş. Texas A&M Üniversitesi elemanları, Prof. George Bass başkanlığında gelmişler.. İlk yaptıkları iş, batığı fotoğraflamak.. Ve işte aşağı baktığınız zaman Bass ve arkadaşları denizin dibinde ne görüyorsa, bire bir canlandırma ile onu görüyorsunuz.. Denizlerin dibinde batık.. Külçeler, amforalar, hazineler ve o altın kupa..
Bir müze salonunda 3 bin 300 yıl bir araya getirilmiş sunuluyor..
Dünyada ilk mi, değil mi bilmem.. Ama dünyada pek çok müze gezdim, böylesini, ya da benzerini görmedim..
Muhteşem, gerçekten muhteşem bir duygu binlerce yıllık tarihi bir anda yaşamak..
Bodrum Kalesi'nin içindeyiz..
Uçaktan iner inmez, bizi karşılamaya gelen Güven'e "Kale"yi sordum. Hemen aradık ve ertesi akşam hemen daldık kapıdan içeri..
"Sürprizlerim var" dedi, Oğuz Alpözen kapıda.. "Sürprizlerim var.."
Önce Refahlı Bakanın "İlle de içinde namaz kılacağım" diye tutturduğu antik kiliseye gittik. İçinde George Bass'ın çıkardığı geminin bire bir kopyasını inşa ettiriyordu o zaman Alpözen.. Bakana karşı müthiş bir savaş verdi. Müzesini kurtardı.. O bölümü görmemiştim. İlk oraya gittik.. Harikulade olmuş. Bayıldım. Gene müthiş bir canlandırma sergilemesi.. Aşağı bakınca suların dibini görüyorsunuz. Gemi adeta yüzüyor.. Yaklaşıyorsunuz pencereye.. Geminin içinde çalışan insanları görüyorsunuz.
Çağdaş müzecilik bu.. İnsanlar anlamakta güçlük çektikleri garip cisimlere, parçacıklara bakmıyor, bire bir, neyse, onu görüyorlar önce..
Sonra..
"İşte sürpriz" dedi Alpözen ve bizi Uzunburun Batığı sergi salonuna getirdi.. Üç bölüm.. İlk bölümde bir büyük video ekranında size batığı anlatıyorlar. Duvar panolarında da geniş bilgiler var, oturup seyretmeye vakti olmayanlar için.. Ortada.. Anlattık. 4 bin yıllık rüyanın canlandırılması.. Üçüncü bölümde ise batıktan çıkanlar var.. Altın Kupa dahil.. Dört dörtlük bir bütünleme..
Prof. Emre Kongar'ı andık, bu harikayı izlerken.. Oğuz Alpözen'e inanıp, projeye gerekli tüm desteği sağlayan zamanın Kültür Müsteşarı..
10 yılda 20 bin dalışla tamamlanmış kazı.. 33 kulaçta yatan 14 metrelik gemiden kalanlar Bodrum Müzesi'ne taşınmış..
14 metre.. Bakar mısınız?..
O devirde bu boy gemiler, Mısır'dan İtalya'ya mal taşıyor.. Bugün 14 metrelik tekneyle kızlara hava bile atamazsınız..
Bodrum'da gidip de eğer Kale'ye uğramamış, bu dünyanın en ilginç, en meraklı müzesini gezmemişseniz eğer, sakın ha, "Bodrum'a gittim" demeyin, kendinize bile..
Yarın gene yazacağım, Oğuz Alpözen Mucizesi'ni..
TEBESSÜM
Fıkra Feraye'den.
Antropolojist, Hopi Kızılderilisi'ne "Neden sizin insanlarınızın şarkıları hep yağmur üzerine" diye sormuş.
Yanıtlamış Hopi: "Bizim buralarda çok az yağmur yağar ondan. Peki sizin şarkılarınız neden hep aşk üzerine?"
Abuzittin'ciğim,
Göya Tanrı, Türkiye - Portekiz maçını, yukardan, Beşiktaşlı Şükrü ile birlikte izliyormuş. Derken, 10 kişi kalıp bi de gol yiyince Baba Şükrü bakmış durum kötüye gidiyor: "Ulu Tanrım demiş... Madem bizi çeyrek finallere kadar getirdin. Artık yarı finali de ihsan et..."
"Peki" demiş Tanrı, pat bi penaltı verdirmiş!.
Arif topun başına giderken Şükrü ile Tanrı gözgöze gelmişler.. "Bana bak Şükrü" demiş Tanrı.. "Kafandan geçenleri biliyorum... Penaltayı verdik... Bi de inip ben atamam!"
Neyse... Olanlar oldu kardeşim, biz önümüze bakalım. Bu dünyada çok Avrupa kupaları, Dünya kupaları oynanacak... Bi gün biz de kazanacağız. Taa nerelerden, buralara geldik.. Hatırlar mısın, yıl 1995, Makedonya ile oynuyoruz.. 1-0 galipken 1-1 oldu.. Adamlar attıkları golün sevinci içinde kucaklaşırken bizimkiler hemen santra yapıp topu boş kaleye atmasınlar mı?.
Böylece 2-1 kazanıp, futbol tarihimize şanlı bi sayfa daha eklediydik..
O zaman Fatih Terim teknik direktördü.. Yanılmıyorsam Rüştü, Alpay, Tugay, Ogün, Sergen, Abdullah ve Hakan gene vardı. Artık köprülerin altından çok sular aktı... Böyle pestenkerani gollere ihtiyacımız kalmadı.. Bu isimlerin her biri Avrupa'da şöhret... Kısacası, un var şeker var.. Helvayı yapacak doğru dürüst biri lazım.. Bir de üstad Çetin Altan'ın deyişiyle "Türk'e Türk propagandası"dan vazgeçebilsek... Hele basınımız, eksiğimiz nerede fazlamız nerede, doğru dürüst tartışıp yön gösterse, yeni ufuklar açabilse..
Gene de gazetelerin hakkını yememeliyiz Abuzittin!. Halkımızın genel kültürüne yaptığı katkı gözardı edilemez... Geçen gün benim de yıllardır merak ettiğim bi konuyu işlemişlerdi. Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın, Başbakan Yardımcımızın kaç paça pantolon giydiği.
Gitmişler tek tek ölçmüşler ve yazmışlar.. İşte araştırmacı gazetecilik böyle olmalı.
Şimdi artık hepimiz Ecevit'in kaç paça pantolon giydiğini biliyoruz: 32!
Ben olsaydım Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın, Başbakan Yardımcımızın kaç numara ayakkabı giydiğini de yazardım. Çünkü herkes benim gibi kaç paça pantolon giydiğini merak etmeyebilir. Bazıları da kaç numara ayakkabı giydiğini merak ediyordur. Sonra mesela bazı yazarlar "Cumhurbaşkanımızı yeterince tanımıyoruz" diye şikayet ediyorlar.. Şikayet edeceğine işte böyle araştıracaksın. Pantolonunun paçası ne, ayakkabı numarası ne, efendim kaç numara gömlek giyiyor... Bunları bulup yazacan hem kendin aydınlanacan hem de vatandaşları aydınlatacan... Böyle böyle genel kültürümüz de artacak.
Dün Kamil'le telefonla konuşurken sizin orada sınavla eşek alınacağını söyledi.. Yahu bu devirde hala şehir temizliğini eşeklerle mi yapıyorsunuz?.. Neyse, ama sakın sınavı YÖK'e yaptırtmayın eşeklere de yazık olur. Ben bilirim şimdi Kemal Gürüz denen adam "eşek sınavını da ben yapacam" diye tutturur. Aman dikkat! Çocuklarımızı bu adama kaptırdık, hiç değilse eşşekleri kurtaralım Abuzittin'ciğim.. Münasip yerlerinden öperim şekerim.
Güneş
BİZİM DUVAR
Çocuğunuz çok yabancı dil bilsin istiyorsanız, doğurur doğurmaz Birleşmiş Milletler binasının önüne bırakın..
Hakan & Utku
SEVDİĞİM LAFLAR
Köpeği için her insan Napolyon'dur. Köpeklerin popüler
olmasının sebebi de budur.
Aldous Huxley (1894-1963)
Ne günlere..
"Ne günlere geldik" dedi, Ünal.. 68'li ODTÜ'lülerden.. Hani şu Amerikan sefirinin arabasını yakan gençlerden yani..
"Böyle bir şeyi aklımızdan geçirsek tutuklanırdık herhalde.. Bütün seyirciler fişlenirdi.."
Çin Devlet Balesi'ni izliyoruz..
İki tane "Sanat sanat içindir" gösterisi.. "Uyuyan Güzel" ve "Kuğu Gölü"nden bölümler.. Uyuyan Güzel sıradan.. Kuğu Gölü birinci sınıf..
Ama Çin Devlet Balesi'nin seyirciyi asıl vurduğu bölümler "Sanat toplum içindir" felsefesi içinde.. Çin Devrimi'ni yüceltmek üzere sipariş edilmiş iki yapıt..
İlki "Sarı Nehir"..
Perde açıldığında, çamur gibi akan suyu ile ünlü ırmak dekorda.. Irmak kenarında, bezgin, yıkık, umutsuz insanlar.. Hava nasıl basıyor.. Sonra devrim.. Sarı Irmak giderek kızıllaşırken, o tükenmiş insanlar yeniden hayat buluyor, canlanıyor.. Başkaldırı.. İsyan.. Ve umut!..
Nasıl çarpıcı bir müzik.. Nasıl müthiş koreografi.. Nasıl insanı büyüleyen danslar..
Ve final.. Ama ne final..
Dev bir Kızıl Bayrak.. Ortasında bir dev orak çekiç.. Kölelikten kurtulan ve devrim ordusuna katılarak kimliğini ve kişiliğini bulan Çin kadınının bu bayrağı öpmesi, okşaması..
"Bu organizasyonu Doğu Perinçek o zaman yapsa, 146'dan giderdi" diyor Ünal gülerek..
Köprülerin altından ne sular akmış.. Şimdi Çin Devlet Balesi'nin şovunu, hem de Refahlı bir belediyenin festivalinde izleyebiliyoruz..
Siyasal mesajı geçin.. Bale müthiş.. Bale harikaydı..
Teşekkürlerimiz baleyi davet eden Kültür Bakanı İstemihan Talay'a.. Teşekkürlerimiz bu baleyi festival kapsamına alan Anakent Belediyesi Kültür Daire Başkanı Şenol Demiröz'e.. Teşekkürlerimiz CRR Genel Sanat Yönetmeni Arda Aydoğan'a..
***
CRR'den fırlayıp açık havaya koştuk ayni gece.. Bir İsrail ritm gurubu Mayumana'yı izlemek üzere.. On genç, buldukları herşeyi, herşeye vurarak ritm yaratıyor ve bu ritmleri, bir koreografi, bir mizansen, bir mizah anlayışı içinde sunuyorlar. Nasıl keyifli dakikalar yaşadık bilemezsiniz..
Bir yerlerde rastlarsanız, kaçırmayın sakın.
Teşekkürler..
Devlet Bakanı Rüştü Kazım Yücelen'e teşekkürler..
Sarı Basın Kartlarını yasaya rağmen resmi kimlik kabul etmeyen bazı devlet görevlilerinin olaylara sebeb olduklarını yazmıştık.
Devlet Bakanı Yücelen, Başbakan adına teşkilata bir genelge yayınladı, 26 Haziran'da ve "Sarı ve mavi basın kartları resmi kimliktir" dedi.
Sıra Emniyet Genel Müdürü'nde..
Sayın Müdür, imzası ile dağıttığı "Basın Plakaları"nın ne işe yaradığını, bize ve teşkilatına bizahmet hala bildirmedi de.. Bize öyle geliyor ki, galiba kendisi de bilmiyor.. O zaman neden dağıtıyor?.