İstanbul gece hayatındaki hareketlilikte dünyanın en önde gelen kentlerinden biri oldu. Bırakın gece yarısını sabaha karşı saatlerde bile trafik sıkışıyor, araçlar uzun kuyruklar oluşturuyor.
İstanbul trafiğinin geceyarısından sonra en aksadığı yerlerin başında Ortaköy geliyor. Çünkü birbirine 150 metre uzaklıkta çok büyük kalabalıklar toplayan üç gece kulübü, restoran ve diskotek kompleksi var.
Trafiğin sıkışmasına, insanların buraya araçlarıyla gelmesi neden oluyor. Aracıyla buraların kapısında duranlar, yollar sanki babalarının malıymış gibi arabalarını bırakıp iniyorlar, adlarına "valet" denilen kâhyalar bu araçları alıp biryerlere park etmeye çalışıyor.
Aynı şey çıkışta da yaşanıyor. İnsanlar kapıya birikiyor, kahyâlar arabaları bulup getiriyor. Tabii bu sırada yolun iki tarafında da kuyruklar alabildiğine uzuyor.
Bu nedenle çoğu kez yolu kullananlarla eğlenceye giden ya da dönenler arasında gerginlikler hatta kavgalar oluyor.
Bu diskoteklerin sahipleri müşterileri ısrarla uyarıyorlar "Aman buraya kendi aracınızla gelmeyin, hem trafik sıkışıyor hem de siz eziyet çekiyorsunuz. Buraya taksiyle gelin, taksiyle gidin, korkmayın kapının önünde her an taksi bulunuyor" diyorlar ama dinleyen kim?
Sebebi basit, taksiyle gelince hava atmak mümkün değil. Oysa 100 milyarlık süper otomobillerle, araba azmanı koca jiplerle gelince dikkat çekiyorsunuz. Hele havalı havalı inip, badyguartların saygılı selamları altında içeri girmenin keyfine diyecek yok.
Polis buralarda yetersiz kalıyor. Gerçi eskisi gibi başıbozukluk yok ama, keşmekeş devam ediyor. Polis sadece kapı önlerinde duran araçları "yürüyün" diye ikaz edebiliyor.
Oysa, insanların buraya kendi araçlarıyla değil de taksiyle gelmelerini sağlamanın çok basit bir yolu var.
Biri Ortaköy'de diğeri Kuruçeşmenin girişinde iki noktada "alkol muayenesi" yapılsa, ama adam gibi yapılsa, şunun çocuğu, bunun yakını diye bakılmasa ve alkollü olan herkesin altındaki araç alıkonulsa, bakın bakalım bir daha kimse arabasıyla gelebiliyor mu?
Çünkü oralardan çıkıp da alkollü araç kullanmayan bir kişiye bile rastlayamazsınız.
Konuşmaların içerikleri elbette tartışılabilir, ancak burada çok dikkat çekici bir nokta var. Şimdiki komutanlar daha öncekiler gibi "4 yıldızlı general" kod adı ardına saklanmaya gerek duymuyorlar. Çıkıyorlar açık açık konuşuyorlar. Belli ki bu konuda gelecek eleştirileri de göğüslemeye hazırlar.
Oysa bizim alıştığımız "isim vermeden" yapılan çok sert açıklamalardı. Kim olduklarını bilmezdik, söyledikleri önem taşırdı bu nedenle de gazete ve tv'lerde geniş yer alırdı.
Şimdi o dönemin geçmiş olması sevindirici. Aslına bakarsanız, o dönemde konuşanların niçin isimlerinı saklamak gereği duyduklarını hâlâ anlamış değilim. Aşağı yukarı hangi sözleri kimin söylediği zaten bilinirdi de yine saklanırdı.
O dönemin isimsizleri bugün bazı büyük holdinglerde görev yapıyorlar. Birinin de Türkiye'de yatırım yapmak isteyen Amerikalı şirketlere ülke ekonomisi ve siyaseti hakkında raporlar verdiği belirtiliyor.
Bu nedenle Ahmet Sezer'in Çankaya'daki varlığı topluma güven veriyor. Ancak çok dikkat çekici bir konu var, bunu dile getirmek istiyorum. Cumhurbaşkanı Sezer seçildiği günden beri Çankaya'nın kapılarını basına kapalı tutuyor. "Özel röportajlar" vermemesi şu aşamada çok doğal. Ancak Köşk'e yapılan bazı ziyaretler sırasında basının içeri alınmaması kararı bir daha gözden geçirilmeli. Örneğin önceki gün, bütün Türkiye'nin sevgisini kazanan Boray Uras, İstanbul'dan başladığı yürüyüşü Ankara'da tamamladı. Uras Meclis'i, Ata'nın kabrini, ilgili bakanları ve bürokratları ziyaret etti. Uras'ın trafik yasası konusundaki bu çabası sonunda Cumhurbaşkanı Sezer tarafından da taçlandırıldı. Sezer, Uras'ı Çankaya'da kabul etti. Ancak bu sırada içeri hiçbir gazeteci alınmadığı için kamuoyu bu buluşmayı izleyemedi.
Oysa tüm Türkiye'nin kalbini fetheden bir ismin Çankaya'daki görüntüsü "Bu işler böyle gitmeyecek artık inşallah" diye düşünen kamuoyu için bir moral ve güven kaynağı olacaktı.