Avrupa Şampiyonluğu Kupası için oynanan Hollanda-İtalya yarı final maçı, tüm Dünya açısından dört dörtlük bir futbol şahyapıtıydı...
Futbolu hızlı bir bilardo ustalığıyla oynayan Hollanda Milli Takımı'nın tam 4 tane penaltı kaçırması, nasıl akıl almaz garip bir talih yıldızı sönüklüğüyse; kırmızı kart tırpanıyla daha maçın başında 10 kişi kalmış İtalya Milli Takımı'nın da, muhteşem bir savunma mucizesi göstererek 0-0 beraberliği, uzatmaların sonuna kadar sürdürmesi ve penaltılarla da Hollanda'yı eleyip finale kalması, futbol tarihinde kolay kolay unutulamayacak bir efsane gösterisiydi...
Gerçek kalite ve kapasitenin ne olduğunu izledik Hollanda-İtalya maçında...
Sinsi bir ırkçılığa sığınıp, "Türk'e Türk propagandası" yapma kolaycılığına abanarak, çağdaş Dünya'yı milli bir hasım gibi gösterme demagojileriyle, Yunanistan'ın bile 65 basamak altında kalma faşizanlığının kafasızlığı; Galatasaray'ın yerli standartları aşan oyunu da dahil, şampiyonluk karşılaşmalarındaki teknik performanslardan bir ders çıkarabiliyor mu kendine?
Görüyorsunuz, Şark lafazanlığıyla içerde bazı avantalar hapazlansa bile, 21. Yüzyıl'ın ufuklarına kalite bayrakları çekilemiyor.
Ve Türkiye'de bazı çevre ve kişilerin ödü kopuyor; Kopenhag kriterlerinden de, globalleşme sürecinden de...
Gerek gazetelerdeki yazıları, gerek TV kanallarındaki tartışma programlarını, elimizden geldiğince her gün izler dururuz...
Bazı Üniversite hocaları da dahil, taşlaşmış bir konformizmin ucuz plaklarını döndürüp duruyor çoğu...
Kozmos'daki sürekli değişimin, minicik Arz yuvarlağı üstündeki insan kitlelerini de sarmaladığından ve enerji kaynakları değiştikçe, yönetim biçimlerinin de değişip durduğundan kimse haberli değil gibi..
Öyle profesörler görüyoruz ki, tüm tarihsel gelişimleri; siyasetteki bazı bireylerin başarısına bile bağlamaya kalkıyor ve politikacılarla bilimcileri hemen aynı rafa oturtuveriyorlar...
İnsan, ister istemez İbrahim Çallı'nın ünlü sözünü hatırlıyor:
- Bu kadar cehalet, ancak tahsil ile mümkündür.
Gazetelerde ise Türkiye'nin çağdan kopuk, büyük ölçüde ırkçılıkla hamasete dayalı koşullanmalarını ırgalayan bazı ışıklı yazılar yayınlanıyor.
Bunlardan biri de, dünkü Milliyet'deki Doğan Heper'in, "Gen haritasını bırak Avrupa haritasına bak" başlıklı yazısıydı.
Yazı şöyle başlıyordu:
"Gen haritası kadar önemli bir olay da 'Avrupa'nın yeni haritası.'
Avrupa Federal Devleti gündemde.
Federasyon için başı Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer çekiyor.
'Tek devlet olalım. Tek devlet başkanımız olsun' diyor.
Güç dengeleri, siyaset ve ekonomi dünyamızı altüst edecek gelişmeler yalnız Avrupa'da oluşan yeni haritayla sınırlı değil.
Asya da kaynıyor.
....
Görüldüğü gibi çevremiz büyük bir değişimin eşiğinde.
Avrupa'da yeni harita çizilirken Türkiye bu haritanın dışında kalamaz, ne yapıp edip o Avrupa devleti haritasında yer almak zorunda.
....
65 milyonun mutluluğu, refahı, huzuru, yüksek standartta demokrasi arzusunun gerçekleşmesi, insan hakları hep bu haritada olmaya bağlı.
Şimdi o gün geldi.
Ama biz olanların pek de önemini kavrar gibi görünmüyoruz.
....
Aynı anda, istatistikler ise Türkiye'nin yoksullukta Küba'yı geçtiğini ilan ediyor."
Bütün bu vurdumduymazlıklar, toplumsal boyutta kaliteli bir performans yaratamamaktan mı kaynaklanıyor; yoksa bazı birey ve çevrelerin, ta eskiden beri süre gelen bir iç talandan pay kapma üçkağıtçılığından mı; yoksa her ikisinden birden mi?
Yanıtını, dostlar düşünsün...