Tam bir hafta önce bu sütunda "Devlette sağlık belirtileri" başlıklı bir yazıyla "Kopenhag kriterleri"ni yerine getirme konusunda devlet organları arasındaki farklı görüşlere değinmiştik. MGK Genel Sekreterliği'nin "Kopenhag kriterlerinin Türkiye gerçeklerine uymadığı" yolundaki (bunu Türkiye AB'ye; AB, Türkiye'ye uymaz diye tercüme edebilirsiniz) olumsuz raporuna karşılık, Başbakanlık İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu ile Dışişleri Bakanlığı'nın yaklaşımlarının çeliştiğini, bunun bir "sağlık alâmeti" olduğunu vurgulamıştık.
Niçin "sağlık alâmeti" idi? Çünkü toplumun çok geniş kesimlerinin eğilimleri ve çıkarları, devlet bünyesinde de yansımıştı. Devlet cihazı, monolitik ve homojen bir yapı olmadığına dair sinyaller vermeye başlamıştı. Devlet-toplum ikilemine alıştırıldığımız, devletin topluma alabildiğine duyarsız bulunduğu Türkiye'de, bunun, olumlu bir gelişme olarak görülmesi gerektiği kanaatindeydik.
Gelgelelim, İnsan Hakları Üst Kurulu'nun MGK Genel Sekreterliğinin taleplerine (yoksa baskısına mı?) uyduğu, daha önceki görüşlerinden taviz verdiği ve "anayasal vatandaşlık", "dil yasağının kaldırılması" gibi Kopenhag kriterlerini yerine getirme konusunda Türkiye'yi rahatlatacak ve önünü açacak konuları, hazırlanan taslakta kuşa çevirdiği ileri sürülüyor. En ilginci, Kurul'un başı bu tavizlere direndiği için, görevinden alınıyor.
Bu tatsız gelişmelerin ardından, kafaları karıştıracak bir açıklama, bir de iddia devreye giriyor. Açıklama, Dışişleri Bakanı İsmail Cem'e ait. Cem, "Kopenhag kriterlerine ilişkin olarak, siyasal iktidarla MGK'nın çeliştiğine ilişkin yorumların doğru olmadığını, MGK'nın karşı çıkmak gibi bir yetkisinin bulunmadığını" söylüyor.
Türk siyas” terminolojisinde siyasal iktidar hükümet anlamında kullanılıyor. İsmail Cem'in açıklaması tercüme edilirse, hükümet ile MGK arasında "Kopenhag kriterleri" konusunda bir çelişki yok. Fakat, ne anlamda bir çelişki yok? Yani, Türkiye'nin "Kopenhag kriterleri"ne uyacağına dair hükümet eğilimini MGK da benimsiyor mu?
Bir soru daha: Hükümet gerçekten böyle bir eğilim taşıyor mu? Hükümet, kim ne derse desin, ciddi bir ANAP-MHP çatlağından su alıyor. Hükümetin üç ortağı arasında, şu son günlerin hengâmesinde "Kopenhag kriterleri" konusunda bir mutabakat var mı?
Olduğu çok şüpheli. Yoksa, hükümet ile MGK arasında çelişki olmaması, hükümetin -her zaman olduğu gibi- MGK'ya boyun eğmesi anlamında mı?
İş, bu noktada daha da karışıyor. İsmail Cem "MGK'nın karşı çıkmak yetkisinin bulunmadığını" söyledi. Kastettiği ne; MGK mı, MGK Genel Sekreterliği mi? Anlaşılıyor ki, ikisi aynı şey değil. Aynı şey değil, çünkü ortada dolaşan iddia Genelkurmay'ın Kopenhag kriterlerine uymak için yapılması gereken değişikliklere olumlu yaklaştığı. Bizdeki bilgi ve izlenim de bu. MGK'da Genelkurmay Başkanı ve altındaki kuvvet komutanları bulunduğuna göre, demek ki, sorun MGK'dan ziyade MGK Genel Sekreterliği'nden kaynaklanıyor.
Dolayısıyla, MGK ile MGK Genel Sekreterliği aynı değiller. MGK Genel Sekreterliği, ilginç bir yapı. Bol miktarda "militarist" sivil istihdam etmiş olan bir yapı. Kaç kişi ve kimleri çalıştırdıkları, toplumun bilgisi dahilinde olmayan bir yapı. Daha da önemlisi, çalışmalarının denetimsizliği. Siyasi partiler dahi Yargıtay Başsavcısı ile Anayasa Mahkemesi arasında kıstırılabilecek bir denetim mekanizmasının konusu iken, MGK'dan dahi "özerkleşebilen" ve hiçbir faaliyeti denetlenemeyen bir MGK Genel Sekreterliği söz konusu...
Başbakanlık İnsan Hakları Üst Kurul Başkanı, MGK Genel Sekreterlik raporu ile çelişen tutumu sebebiyle görevinden alınabiliyor ama MGK Genel Sekreteri'nin aynı sebeple görevinden alınması düşünülemiyor bile.
Bu durumda, MGK Genel Sekreterliği, Başbakanlık'tan ve hükümetten daha işlevsel, hatta fiilen onun üzerinde bir "ikinci hükümet" gibi.
Hiçbir demokratik ülkede, böyle bir şey olamaz. Hiçbir AB ülkesinde bu olamaz. Bu durumdaki hiçbir ülke AB tam üyesi olamaz.
Demek ki, MGK Genel Sekreterliği, hukukla, "hukuk devleti" ilkesiyle ve daha da öteye Türkiye'nin "stratejik çıkarları" ile ters bir yapı.