  
Osmanlı yasağı
"Osmanlı'nın yasağı üç gün sürer" diye bir söz var. Bunun nedeni Osmanlı yasaklarının yumuşaklığı değil. Aksine bu yasaklar son derece sert, kafa uçurmaya kadar varan yaptırımlar içerirmiş. Can pazarına düşen halkın önce ödü kopar, yasaklara harfiyen uyulurmuş. Ama aradan iki-üç gün geçtikten sonra "korku ve riayet" tavsamaya başlarmış. Yasağın sıkı denetlenmediğini gören halk yine bildiğini okumaya koyulurmuş.
ÇAĞIMIZDA yasaklar o kadar korkunç yaptırımlar içermiyor. Aslında yasak, çağımıza hiç yakışmayan bir kavram. Çağdaş ve uygar insanların kötü, yanlış, topluma zarar verecek davranışlardan kendi bilinçleriyle uzak durmaları gerekiyor. Yine de bazı noktalarda yasaklara, ne yazık ki mecbur kalınıyor. Son orman yangınlarından sonra getirilen "ormanlık alanlarda mangal yakma yasağı", böyle bir mecburiyetin sonucu.
FAKAT görünen o ki, bu yasağın ömrü "üç günlük Osmanlı yasağı" kadar da olmayacak. Çünkü yasak uygulamasına henüz "Bismillah" dendiği geçtiğimiz Pazar günü, bırakın ormanları, İstanbul'un göbeğindeki binbir zorlukla yeşertilmiş bir avuç park-bahçede, sahil ve çevre yollarının kenarlarındaki yeşil kuşaklarda, yeni dikilmiş taze fidancıkların altında mangallar fora edildi. Dumanlar, et ve yağ kokuları göklere yükseldi, çimler çiçekler ezildi, her taraf mezbeleliğe çevrildi.
İSTANBUL'un göbeğinde uygulanamayan yasak ormanların derinliklerinde nasıl uygulanacak, nasıl denetim altında tutulacak; pek akıl almıyor.
ZATEN insanlar tercihlerini doğa ile barışıklıktan yana koymuyor, kendi çocuklarına, torunlarına miras olarak beton ve çatlamış boz topraklar bırakmayı yeğliyorsa buna Orman Bakanlığı, polis, jandarma, belediye ne yapsın?
DİLERİZ bilinç düzeyimiz doğanın değerini kavrayacak noktaya geldiği zaman, ortada değeri bilinecek bir şeyler kalabilir.
|