Kabahat MGK'da değil
Geçen günkü yazımda, MGK Sekreterliği'nin "Kopenhag Kriterleri Işığında Alınması Gereken Önlemler" konusunda hazırladığı raporu kastederek, "MGK, son yıllarda edindiği kötü alışkanlığı sürdürerek ve hatta daha da ileri götürerek, Türkiye'nin AB'ye giriş sürecinde yapılacak değişikliklere imzasını atmaya çalışıyor" demiştim.
Haber doğruysa, korktuğumuz olmuş. MGK rapora damgasını vurmuş. Taslak raporda daha önce yer alan "kapsayıcı Anayasal vatandaşlık" kavramı ve dil yasağının kaldırılması önerileri yeni raporda sessiz sedasız yok olmuş. Bu arada, bazı "cesur öneriler"in taslakta yer almasında etkili olduğu söylenen Üst Kurul Sekreterya Başkanı Gürsel Demirok da görevden alınıvermiş.
Şimdi düşünün;
Devletin çeşitli kurumları bir araya gelip bir rapor hazırlıyor, Dışişleri aylarca belli noktalarda ısrarla öneriler getiriyor. Adalet Bakanlığı net ve kararlı bir biçimde benzeri tutum alıyor. Ortak çalışmaya katılan diğer devlet kuruluşları da esas olarak aynı doğrultuda davranıyor. Ama bir bakıyorsunuz, MGK Sekreterliği kısacık bir raporla bir "höt" diyor, kimsede tıs yok...
Nasıl oluyor bu? Nereye gidiyor bütün o kararlılık?
MGK, Dışişleri'ni bir çırpıda ikna mı ediyor? Dışişleri bu raporu okuyunca birdenbire Kürtçe eğitim ya da TV önerisinin ne kadar saçma bir fantezi olduğunu mu anlıyor?
Yoksa "haddini" aştığını mı?
***
Doğrusunu isterseniz, yaşanan bu son örnekten sonra, Kopenhag Kriterleri'ne uyum üzerinde bu kadar kafa patlatmamız çok abes geliyor bana. "Ne kadar demokratlaşacağız" tartışmasını bu kadar anti demokratik bir platformda; MGK'dan zılgıt yiye yiye yürütüyorsak; böyle "demokratlaşmadan" kime ne hayır gelir?
Bana kalırsa biz Kürtçeyi, Anayasal vatandaşlığı, şunu bunu bir yana bırakıp, önce tek bir maddeyi tartışalım: Bu ülkeyi MGK'nın yönetmesine evet demeye devam edecek miyiz?
Hemen altını çizerek belirteyim ki, ben ne MGK Sekreterliği'nin demokrasinin dozu konusunda görüş empoze etmesini, ne de iktidarın fiili sahibi olmak istemesini yadırgamıyorum.
Yadırgadığım şey seçilmiş yöneticilerimizin, MGK'nın bu isteğini emir sayıp esas duruşa geçmesi... Ellerine teslim ettiğimiz iktidarı kullanmayıp onlara buyur etmesi...
Yani kabahat MGK'da değil, onu bu hale getirende...
Şimdi kulislerde siyasetçilerle konuşup "Neden raporu kuşa çevirdiniz?" diye sorsanız, eminim hepsi de MGK'nın bal gibi icra yetkisine sahip bir organ olduğunu anlatacak, bu kurula icra yetkisi veren yasadan şikayet edecek, bu yasayla MGK'nın bakanlıklar dahil neredeyse bütün kurum ve kuruluşları başbakan adına denetleme yetkisine sahip olduğunu yana yakıla anlatacak; Milli Güvenlik Siyaseti ve Özel Milli Siyaset Belgeleri adı verilen gizli hükümet programlarına veryansın edecektir.
Ama hepsi de bir noktayı atlayacaktır:
Şikayet ettikleri MGK Yasası'nı değiştirecek olan mercii herhalde MGK değil, kendileridir.
***
Bu ülkede cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar yıllar yılı, hem iktidarı taşıyamayıp hem de iktidarsızlıktan yakındılar. Sivil yönetim deyip deyip, MGK toplantılarında önlerine ne gelirse imzaladılar. MGK "istifa et" dedi, ettiler, "hükümet kur" dedi kurdular. MGK ne dikte ettiyse hükümet programına koydular. Her seferinde "Neden görev ve yetkilerinize sahip çıkmıyorsunuz?" dediğimizde, boyun büküp darbe tehlikesinden sözettiler.
Hadi diyelim ki o zaman haklıydılar. Ama artık darbe tehlikesi de kalmadı. Bunu ordu başta olmak üzere herkes görüyor.
Öyleyse hâlâ neden korkuyorlar?