"Bravo Türkiye"
Futbol heyecanını insan en iyi gurbetteyken anlar.
Türkiye'de çevreniz yurttaşlarınızla doludur, zaten ülkenizde yaşamaktasınızdır.
Ama dışarıda, şoförün yanında oturan yolcu gibi hissedersiniz kendinizi.
Boşluğa fren yapar durursunuz ama sistemin işleyişine hiçbir etkiniz olmaz.
Bu yüzden, içinde Türkiye geçen en ufak habere kulak kabartırsınız.
Dün de öyle oldu: Avrupa'da, televizyonsuz bir yerde kitabımı bitirmeye çalışırken, küçük tiransistörlü radyodan maçı dinlemeye başladım.
Ve sonunda, heyecan içindeki Fransız spiker şöyle dedi: "Bravo Türkiye, Bravo! Çok akıllıca bir oyun kurarak turnuvanın ev sahibi ülkesi olan Belçika'yı perişan ettiler."
***
Stockholm'de yaşadığımız uzun, ağır ve soğuk yıllarda yaşamımız Galatasaray-AİK maçıyla şenlenmişti.
Arkadaşlarımızla birlikte bayraklar dikmiş ve stadyumda bunları çılgınca sallarken sesimiz kısılana kadar haykırmıştık.
Çünkü bu eylem kimliğimizin bir parçasıydı.
Aidiyet duygusuydu.
Bir toprağa ve kültüre bağlı olmanın ifadesiydi.
***
Artık lamı cimi yok: Türkiye önemli bir futbol ülkesi haline geldi.
Ve varılan bu noktadaki en önemli öğe; evrensel başarı arzusu.
Çünkü "evrensel başarı arzusu" liyakata göre adam seçtiriyor.
En iyi golcü, en iyi kaleci, en iyi kaptan takımda yerini alıyor.
Ve bu kadrolar Türkiye'yi evrensel başarıya taşıyorlar.
Oysa yaşamımızın diğer alanlarında negatif seleksiyon egemen.
Özellikle politikada ve devlet yönetiminde insanlar liyakata göre değil hemşehrilik, partizanlık, çıkar ortaklığı gibi nedenlerle o mevkilere geliyorlar ve sahaya futboldaki gibi birinci sınıf bir kadro yerine bir sürü ortalama insan çıkıyor.
***
Futbolcularımız iyi ki devlet tarafından seçilmiyor.
Yoksa yabancı sahalarda fırtına gibi esen çocuklar yerine devlet büyüklerinin hemşehrilerini, yakınlarını ve parti militanlarını görecek ve kahrolacaktık.
İyi ki futbol, dünya rekabet yasalarına göre işliyor.
Keşke her alanda böyle olabilsek.
Üniversitede, basında, tıpta, politikada, sanatta da evrensel ölçülere uymayanlar tasfiye olup gidebilse...
İşte o zaman Türkiye de birinci lig ülkesi olur.
Çünkü bunu başaracak kadrolar var bizde.
Ama değişik alanların Hakan Şükürler'i, yeteneksizler ittifakının kıskançlık girdaplarında boğulup gidiyor, sesini bile duyuramıyor.