Bizim Milli Takım'ın Belçika'ya karşı Belçika'daki zaferi, tam bir coşku fırtınasına dönüştü içerdeki ve dışardaki Türkler arasında...
Kaç yüz yıldan bu yana birike gelmiş bir başarı açlığının adeta bir mutluluk şahlanışı...
Daha önceki dönemlerde, insanlığın tarihsel değişimi içinde oluşan "çağdaşlıklar"dan iyice kopmuş ve dışlanmış olan Türkler, kendi egemenlerince "Türk'e Türk propagandası" yapılarak avutulurdu.
Ulaşım ve iletişimdeki görkemli aşamalarla gitgide saydamlaşan Dünya'mızda, "Türk'e Türk propagandası" yapıp durma da, anlamsızlaşmaya başladı. "Bir Türk cihana bedel" sözüne, özellikle genç kuşaklar artık pek kulak asmıyorlar...
Ancak yine de, Türkler'in "çağdaşlıklar"la neden bütünleşememiş olduğu üstünde hiç mi hiç durulmuyor..
Konu, "eğitim meselesi efendim" demekle geçiştiriliyor...
Türkler'in "çağdaşlıklar"la bütünleşememesinin temel nedeni; Osmanlı ordularının, hızla değişmeye başlayan silah teknolojilerine karşı, sayıları durmadan arttırılan köylü taburlarıyla denge kurmayı; asla tartışılmayacak askeri bir üstünlük olarak benimsemesiydi..
Askeri üstünlüğün, sadece köylü taburlarının sayısına bağlanması ve halk yığınlarının, "zaferin süngünün ucunda olduğu"na inandırılması; "tez-antitez" üstüne geliştirilmesi gereken "analitik düşünce"yi felce uğratıyordu...
Okullarda ne tarih bilinci gelişiyordu, ne hukuk bilinci, ne de ekonomik bilinç...
Ve köylü taburlarına dayalı Osmanlı ordularının neden yenilip durdukları ortaya çıkmasın isteniyordu...
Oysa Anadolu yarımadasıyla Balkan yarımadası gibi 2 yarımada üstünde konuçlanmış bir devletin, askeri üstünlükten sözedebilmesi için, köylü taburlarının sayısıyla yetinmemesi gerekirdi. Deniz kuvvetlerinin de, en az kara kuvvetleri kadar güçlü olması gerekirdi...
Ne yapmalı ki, Osmanlı ordularının ne teknolojisi vardı, ne de parası... Ucuz köylü taburlarının övgüsünü yaparak kendini güçlü göstermeye çalışıyor ve öncelikle de kendi kamuoyunu inandırıyordu buna...
Ayrıca bir de köylü taburlarını, para yardımı karşılığında Berlin gibi yabancı merkezlere bağlayarak, milyonlarca insanın boşuboşuna ölmesine ve bir imparatorluğun silinip gitmesine neden oluyordu...
Ancak yine de bütün bu askeri sakatlıkların analizlerini yapmak, gündem dışı tutuluyor; Türk gücünün üstünlüğü edebiyatı, endazesiz bir biçimde sürdürülüyordu...
Türkler artık 21. Yüzyıl'ın da dışında kalamayacaklar... Global sermaye, bağımsız yapay ülkelerin, kendi halklarını yoksul bırakarak dışardan silah almalarından kar sağlayamıyor artık. Silah alımlarının azaltılarak, halk yığınlarının zengin edilmesini ön planda tutuyor.
Yunanistan bile azalttı askeri harcamalarını... Bir süre sonra Türkiye de azaltacak, hiç kuşkunuz olmasın...
Ve Türkler de, Hazine'den geçinmeli "önemliler" kadrosu yanında; Nazım Hikmet gibi, Gazi Yaşargil gibi, Cahit Arf gibi evrensel değerler yetiştirmenin tadına varacak ve başarı açlıklarını yavaş yavaş doyuma ulaştıracaklar...
Önümüzdeki yüzyıl içinde kesinlikle böyle olacak bu...
Yazın tam ortasındayız. Yılın en kısa geceleriyle, en uzun günlerini yaşıyoruz. Gelin görün ki İstanbul'da hava, sanki bir eylül sonu gibi...
Geçende Fenerbahçe burnundaki 500 yıllık sakız ağacının yanına gittik. II. Beyazıt döneminden bu yana, kimbilir neler gördü o sakız ağacı?.. 500 yıl daha yaşarsa; görecekleri, gördüklerinin bir milyon katı fazla olacak..
Ünlü bir söz vardır: - Değişime öncülük edenler lider olurlar; değişimlerle bütünleşenler, çağdaş olurlar; ama değişimlere karşı çıkanlar yok olurlar..
Türkiye'nin gizli bir iç sömürge olarak kalmasını isteyenler bulunsa bile, sanırız fazla direnemezler...
O nedenle enseyi karartmayın..