PARANIN değerini bilmiyoruz. Para değeri derken, alım gücünü kastetmiyorum. "Kağıttan bir nesne" olarak parayı gayet hoyratça, kirli ve pis kullanıyoruz. Çarşıda pazarda elden ele geçen paralar çamur gibi, yapış yapış.
CÜZDAN kullanma alışkanlığımız yok. Pazarcı esnafı, alışverişten sonra önlüğünün kanguru karnından farksız koskoca cebine doldurduğu buruşuk, yırtık pırtık paraları çıkarıp bize verir. Bakkaldan manavdan aldığımız paralar da böyledir. Pisliğin, kirin ötesinde bu paraların kimbilir hangi mikropları taşıdığını düşünür, ürpeririz.
UZMANLAR, piyasadaki kağıt paraların mikrop deposu olduğunu vurguluyor; bizleri uyarıyor. Fakat fırsat buldukça elimizi bol sabunla yıkamaktan başka bir şey yapamıyoruz. Gerisini Tanrı'nın taktirine, mukadderata bırakıyoruz.
KAĞIT paralar başta hepatit-B, yani sarılık ve tifo olmak üzere, çok tehlikeli mikrobik ve paraziter hastalıkların kaynağı. İstanbul'da paranın en fazla elden ele geçtiği yerlerden birisi de, minibüsler. Arka koltuklarda oturanlar, minibüs ücretini önünde oturana uzatıyor; o da kendi önündekine. Para arkadan öne doğru, elden ele geçerek şöföre ulaşıyor. Şöför de para üstünü aynı şekilde önden arkaya doğru, elden ele gönderiyor. İstanbul minibüslerinde her gün, binlerce kişi, korkunç mikrop veya parazitleri taşıyor olması kuvvetle muhtemel kağıt paralara dokunuyor, birbirine aktarıyor. Geçen Pazartesi günü minibüsle Göztepe'den Kadıköy'e gittim. Orta sıralardan birinde oturuyordum; şöföre doğru gitmesi için arkada uzatılan pislik içindeki kağıt paraları ister istemez elime aldığımda enikonu ürktüm. Gazeteye geldiğimde ilk iş olarak ellerimi sabunladım. Ama elimizi günde üç, beş, on değil yüz kez sabunlasak, çözüm mü? Ne yazık ki değil. Böyle kabuslardan kurtulmak için yaşam kültürümüzün standardını yükseltmeye mecburuz.