


Beyaz geceler
* LENİNGRAD
Geceyarısı Moskova'yı Leningrad'a bağlayan yataklı trenin penceresinden ufka bakınca, güneşin giderken unuttuğu bir tutam ışık, semaya asıldığı yerden gülümsüyor insana...
Tren, Fin körfezine doğru alacakaranlık ormanın içinden patırtıyla geçiyor, göllere yansıyan parıltıyı çelikten patenleriyle yalayarak...
Yol boyu, ışıktan dokunmuş saten bir pike gibi geceyi örtüyor aydınlık...
Karanlığa direniyor.
Kuzeyin ünlü "Beyaz geceler"i başlıyor.
***
Leningrad treninin bir kompartımanında, beyaz gecelerin gün doğumu taklidi yapan alacasının ışığında Vera'nın "Nazım'la Son Söyleşi"sini okuyorum.
Son sayfalara doğru verdiği bir ayrıntı büyülüyor beni...
Şairi yitirdikten nice sonra bir evde eski şapkaların olduğu kutuyu açtığında sevdiği bir esans şişesiyle, küçük bir pusula buluyor Vera... Pusulada şöyle yazıyor.
"Veracığım sana 34 yaş hediyesi bu - Kocan"
Yıllar sonra evin en izbe köşelerinde başka notlar da buluyor:
"37 yaş hediyesi..." "40 yaş hediyesi..."
Bunlar Nazım'ın, öldükten sonra bulunsun diye eşine bıraktığı yaşgünü hediyeleri ile küçük sevda notları...
..."geleceğe mektuplar"ı...
Aynı zamanda da bir yazarın unutulma korkusunun, ölümsüzlük tutkusunun belgeleri...
"Belki de hepsini bulmuş değilim daha..." diyor Vera, "Kendi evimdeyim nasıl olsa, aceleye gerek yok... Henüz tüm dolap çekmeceleri açılmadı; tüm kitap sayfalarının arasına bakılmadı. Biliyorum beni bekleyen başka sürprizler var daha..."
Küçücük bir evin içinde, her açtığın çekmecede, maziden bir mektup bulacağın umuduyla (kuşkusuyla?) yaşamak, her kitabın arasında sevdiğinin izini sürmek, ondan gecikmiş hediyeler almak ne muhteşem, ne kahredici bir duygudur kimbilir...
***
O küçücük evle ve o evde 37 yıldır bu duyguyla yaşayan kadınla tanıştım geçen gün...
Nazım'ın ahşap çalışma masasına oturdum. Başucundaki battal radyoya, 3 Haziran tarihinde durmuş Rusça takvime, duvarını süsleyen Picasso tablolarına, Vera fotoğraflarına, Tolstoy portresine göz attım, penceresine göz attım, pencereden görünen kestane ağaçlarında ilham aradım; evden 3 saat bile ayrılsa yanına aldığı "ç" klavye Olivetti marka daktilosunun tuşlarına dokundum.
Daktilonun kenarında hâlâ asılı duran Pablo Neruda'nın adresini okumaya çalışırken, "O son notu..." dedi Vera... "Şili'ye gitmek için Neruda'ya ulaşmaya çalışıyordu. Adresini bulmuştuk. Olmadı..."
Bu notu yazdığının ertesi günü, sabah 7.20'de memleketten haber getiren sabah postasını almak için açmaya çalışırken önüne yığılıp kalıverdiği kapıda Vera'yla vedalaştım. Yolda, yeniden "mavi kirpikli kadın"ın kitabını açtım...
***
İki gün "Kuzeyin Venedik'i", Çarlık Rusyası'nın 200 yıllık başkenti St. Petersburg'da kalıp geri döneceğiz.
Dönüşte yine pencereme Moskova treninin yalayarak geçtiği göllerden, geceyi laciverdi bir beyaza boyayan ışığın sureti yansıyacak. Ve ben karanlığa direnen bu kuzey ışığını beyaz saten bir pike gibi üzerime çekerken, yine, geleceğe bıraktığı notlarla ölüme direnen şairi ve her devrimde değiştirdiği ismiyle tarihe direnen bir eski başkenti düşüneceğim.
Bir de yaşamanın ne güzel, ne ışıklı bir şey olduğunu...
Deprem haberini ülkeden çok uzaktayken aldık. Herkese geçmiş olsun diyor, ölenlere rahmet diliyorum.