Ne kadar doğrudur bilemem; kışları kurtlar dağlardan köylere doğru indiklerinde öküzler boynuz boynuza verip, art ayaklarıyla kendilerini korumaya çalışarak kurtlara karşı dayanışırlarmış..
Ta öteden beri bizim Türkiye'de de, olduğundan fazla görünme pozlarıyla durumu idare etmeye alışmış cavalacozlar arasında, "gerçek kalite"ye karşı bir tuhaf öküzler dayanışması olduğuna inanırım ben...
Bunu 1940'lı yıllarda, Yahudi kökenli olduğu için Almanya'dan Türkiye'ye gelmiş ve bizim İktisat Fakültesi'nin temelini atmış, ünlü Prof. Neumark da görmüş olmalı ki:
- Siz tersten eleme, "selection negative" yapıyorsunuz; olumlu bir eleme yapsanız, gelişmiş ülkelerle aynı düzeye gelebilirsiniz, demişti..
Bizim, Türkiye'de genellikle "önemliler", "değerli" değildir; "değerliler" de, "önemli"; dediğimiz...
Geçenlerde aynı saptamayı Zülfü Livaneli'yle de paylaşarak, ülkedeki insan malzemesinden kaynaklanan derin bir öksüzlüğü ortak bir gülüşmede eritiyorduk.
Somut bir örnek mi istiyorsunuz?
Değerini yeryüzünün kabul ettiği Nazım Hikmet bir yanda...
Nazım'a söve saya Parti Başkanı, İçişleri Bakanı, Başbakan, hatta Cumhurbaşkanı olanlarımız bir yanda..
Buna "gerçek değer"e karşı bir cavalacozlar dayanışması demezsiniz de ne dersiniz?..
Nazım, Fransa'da doğmuş olsa, 17 yıl cezaevlerinde sürünmeyecek, en azından Aragon düzeyinde yaşayacaktı.
Süleyman Bey, Cevdet Sunay, Faruk Sükan, Fransa'da doğmuş olsalardı; Başbakan, Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı olabilecekler miydi?
Ama ya Aragon Türkiye'de doğmuş olsaydı; yanmıştı.
Başkan Clinton da öyle... Gençliğinde Vietnam savaşlarına karşı çıktığı ve askere gitmediği için, belki de Deniz Gezmiş'ler örneği, asılırdı.
Ola ki, Kenan Paşa ünlü vecizesini onun için de tekrarlardı:
- Asmayalım da, besleyelim mi?
Ah Türkiye'deki bu "selection negative"... İster istemez, 20-30 yıla kadar globalleşme sürecinin evrensel sentezi arıtacak, Türkiye'deki bu tarihsel çarpıklığı..
Böylesi bir çarpıklık, "Türk'e Türk propagandası" yapıp durmak ve tarih bilincinden yoksun bir hamaset övünmesinde, ortak bir koro yaratmakla hiç aşılabilir miydi?
Nitekim aşılamadı...
1821'e kadar Kostantaniyye'nin sadece bir eyaleti sayılan Yunanistan'ın bile -yaşam kalitesi açısından- 65 basamak altına düştük.. Onlar Avrupa vatandaşı oldu; bizler halen kapıda bekliyoruz...
Biliyorsunuz ki, cavalacoz dayanışmasının ortak ağzıyla Türkiye de her zaman "iç düşmanlarla, dış düşmanlar" vardır.
Bu bazen Rusya, yahut Yunan, yahut Suriye olur; bazen Komünizm, yahut Şeriat, yahut Bölücülük olur...
Ama hiçbir zaman talancılık, avantacılık, vurgunculuk, üçkağıtçılık ve rüşvet bir numaralı düşman sayılmaz..
Acaba İsveç'te, yahut Norveç'te, yahut Danimarka'da da böyle mi yapılıyor politika?
Globalleşme süreciyle "bilgi toplumu" dönemi, insanoğlunun "köşeyi dönme" hipnozlarından, "var olma" platformuna yöneldiği bir dönem olacak..
Bizim genç kuşaklar da, bu değişimin bilincine ne kadar varırlarsa, kendi çağlarıyla o kadar bütünleşmiş olarak yaşayacaklar...