Ülkemizde başkaları adına yorumlar yapmayı, onların sorunlarını ve isteklerini kendi aramızda kararlaştırmayı severiz. Gençlik ile ilgili görüşlerimiz de büyük ölçüde böyle şekillenir. Gençleri dinlemek işimize gelmez, ama onlar adına rahatça konuşuruz. Gençliğin "delikanlı" niteliğini bahane ederek, onları mümkün olduğunca toplumsal süreçlerin dışında tutarız. Örgütlenme, fikir ve istek beyan etme, bunlar ancak kötü sonuçlara yol açabilir. Biz gençliği seviyoruz desek de, galiba onlardan korkuyoruz, çekiniyoruz. Gençliğe kulak vermek, onlardan öğrenmek yerine, onları kontrol altında tutmayı daha doğru buluyoruz.
Dünkü Internet mesajlarımdan biri beni çok etkiledi. Arı Hareketi'nden gelen bu e-postanın başlığı "Gençlik Emaneti Geri İstiyor" idi. Geçtiğimiz hafta İstanbul'da 25 ilden 300 gencin katılımıyla gerçekleşen Gençlik Konferansı'nın sonuçlarını açıklayan e-posta düşündürücüydü: "Gençlik nüfusun içindeki payı, dinamizmi, yaratıcılığı, toplum ortalaması üzerindeki eğitimi, evrensel değerlere yakınlığı itibariyle Türkiye'nin en önemli potansiyelidir. Ancak Türkiye önümüzdeki yirmi yıl için bir `Fırsat Penceresi' oluşturan bu potansiyeli değerlendirememektedir."
Atatürk, Cumhuriyeti gençliğe emanet etti, ancak siyasi mekanizmalar ve toplum yapımız, bu emanete gençliğin sahip çıkmasını engelliyor. Statükonun değişmesinden etkilenecek çevreler tedirgin. Hakimiyetlerinin sorgulanması hoşlarına gitmiyor. Aile içinde, siyasette, toplum yaşamında demokrasiyi içlerine sindiremeyenler, toplumun bu çok üretken ve karizmatik kitlesinden belki de çekiniyor. Gençler, anketler veya televizyon programları dışında toplum yaşamının dışında, paralel bir dünyada yaşıyorlar sanki.
Peki biz kötü ve düşüncesiz bir toplum muyuz? Herkes, gençliğin önünü kapamanın yollarını mı arıyor? Hayır, bu da değil. Otoritenin sorgulanmasını hoş karşılamayan zihniyet zaman içinde kaybolacak. Bu zihniyetin kaybolmasını hızlandıracak olan, her alanda gençlerin katılımının artması. Burada, gençliğin kendi çabası ve girişimciliği önemli. İstanbul'daki Gençlik Konferansı'nın ana teması da buydu: `Katıl ve Geleceğini Yarat'. Gençliğin katılımcılığını desteklemek bize düşüyor, ancak seslerini daha fazla duyurmak biraz da onlara...
İyi ki, Atatürk gibi büyük bir öndere sahibiz. İyi ki, her konuda gerçekten üstün sözler söylemiş. Ama artık her 19 Mayıs'ta bu sözlerin arkasına saklanmak, onları vitrin yapıp, içeriğini eksik bırakmaktan vazgeçmeliyiz. Bu yaklaşımlar, çok daha hızlı, çok daha bilgili yeni bir dünya nesline yetişmemiz, onlarla omuz omuza yarışmamız için yeterli değil. Atatürk, en az sözleri kadar etkili olan hareketleriyle, prensiplerini uygulamaya geçirerek fark yarattı. Bizler de sözlerin ardındaki içeriğe dikkat etmeyi, kuru sözle, doğru sözü ayırmayı öğrenmeliyiz.
`Katıl ve Geleceğini Yarat' adlı konferansta ben de yer almıştım. Yönettiğim panelde, alanlarında genç yaşta başarılı olan kişileri dinlemiştik. Panelde, ezbere dayalı eğitimin zararlarından, fırsat eşitliğine, katılımcılıktan, toplumsal sorumluluğa pekçok konuya değinmiştik. Girişimcilikten, disiplinden, sabırdan söz etmiştik. İki buçuk saat aralıksız, panelistlerle katılımcılar arasında müthiş bir elektrik yaşamıştık. Bu elektriği toplum olarak yaşayabilsek keşke.
Giderek evrensel değerlere dayalı, ulus-devlet sınırlarının ortadan kalktığı bir dünyaya doğru gidiyoruz. Bu yeni dünya düzeninde yer edinmek için, gençliğin bu müthiş potansiyelini anlamak ve geliştirmek zorundayız.