


Kopenhag hatıraları
Kuzey ülkesi Danimarka'nın başkentinde hava geç kararıyordu. Türkiye'de saat 19.00'a gelmişti ve Kopenhag'da güneş tepemizdeydi.. Yine de haberlere "Mutlu akşamlar efendim" diyerek başladık..
Ne akşamı!.. Vakit öğleden sonraydı oysa... Yani herşey göreceliydi... Bize göre akşam olan herkese göre öyle değildi..
Hayat böyleydi...
Kameranın karşısında konuşurken arkadaki kalabalık kıpır kıpırdı... Hele birisi hayli sinirliydi.. İlle de ekrana çıkıp kendini göstermek istiyordu. Türkiye'den gelen taraftarlarla ya da Galatasaray'la ilgisi yoktu. Daha çok bir "siyasi akım"ın sempatizanı olduğunu gösteriyordu tavrı, duruşu, konuşuşu...
Ertesi gün bir Danimarka gazetesinde "olay fotoğraf"ının içinde tanıdım o yüzü...
Evet, ben kameranın karşısında konuşurken arkadaki kalabalık kıpır kıpırdı.. Çoğunun elinde cep telefonları vardı.. Tanıdıklarına "selam" gönderiyorlardı..
"Arka fon"dan ayrılırken şöyle konuştuğunu işittim birinin:
"Bak Star'da, TGRT'de de çıktım.. Seyret az sonra Show'a çıkıcam.."
Ben, kameranın karşısında konuşurken arkadaki kalabalık kıpır kıpırdı... Hep "o" ortamdan söz edeceğimi düşünüyorlardı belli ki... Ya da dünyanın merkezinin onların ayak bastığı yer olduğunu... Oysa, dinledikleri haberler arasında bir türlü sıra gelmiyordu Tivoli Meydanı'na..
Çok tuhaf bir manzaraydı.. Dekor, şenlik dekoruydu.
Lâkin haberler "dramatik"ti.. Faili meçhul cinayetler dosyasında "dramatik" bir dönemeç aşılıyordu. Mumcu, Kışlalı, derken Üçok, derken Aksoy... Tivoli Meydanının şenlik atmosferinde bu isimler uçuşuyordu havada..
Tivoli'nin gündeminde "esame"si okunmasa da, Kopenhag finalinden önce; Faili Meçhul Cinayetler Dosyası'nda artık finale gelindiğinin işaretleri beliriyordu..
Galatasaray, Türkiye'yi aşıp kendi dünyasında "Kopenhag kriterleri"ni hayata geçirirken; Ankara da aynı kriterlerle ilgili olarak, "futbol"un gölgesinde kalan dev adımlar atıyordu..
Hiçbir ülke "faili meçhuller"i sırtında taşıyarak giremezdi Avrupa kapısından içeri... Kopenhag kriterleri izin vermezdi buna... Ben Kopenhag'ın Tivoli Meydanında haber okurken; hukukçu Sezer ant içerek Cumhurbaşkanı oluyor; Bahriye Üçok cinayeti çözülüyordu...
Ve arka fondaki kalabalık kıpır kıpırdı Ankara'da olup bitenlerden habersiz... Sloganlar atıyordu..
"Türkiye, Türkiye..."
o o o
Gece, alkol duvarı aşılıyordu...
Kalabalık birbirini kovalıyordu.. Şiddet; şenlik ateşini söndürmeye çalışıyordu...
Ve ertesi gün... Sokaklar yine bayram yeri... Gece unutulmuş bile...
Birbirinin yanından geçip giden kırmızı-beyaz ya da sarı formalı Arsenalliler; aynı sokakta maça kadar alış-veriş işini bitirmek isteyen, elleri torbalarla dolu Galatasaraylılar...
Lakin, şişede durduğu gibi durmuyor işte... Kahvaltıya bira ile başlayan İngilizler akşamüstü saatlerinde bir gece öncesinin rövanşına çıkıyorlar... Tivoli toz-duman...
Galatasaraylı taraftarlar, Türk gazeteciler, kameramanlar, dehşetengiz İngiliz saldırısının kurbanı... Nasıl duracak şiddet rüzgarı?.. Gökyüzüne bakıyoruz... Yağmur geliyor!.. Şükürler olsun.. Saate bakıyorum.. Maça iki saat var!.. Galatasaray geliyor... Şükürler olsun...
Türkiye'nin bozulan toplumsal moralini, kırılan şevkini her fırsatta onarıp karanlığı aydınlık şafaklara eriştiren Galatasaray!.. Durdursa durdursa o durdurur Holigan şiddetini..
Trajik Taksim gecesinin ertesinde o durdurmuştu.. Leeds'te o durdurmuştu.. Kopenhag'da da o durdurdu...
Allah'ın rahmeti gibi yağdı şiddet ikliminin üstüne!..
Başarı yok etti ilkellikleri... Susturdu dehşetin sesini..
o o o
Ne çok insan ağlıyordu etrafımda!.. Ne çok erkek ağlıyordu hatta!.. Bu kadar çok ağlayan erkeği ilk kez bir arada gördüm..
Her daim dobra dobra konuşan Fatih Terim de galiba ilk kez doğruyu söylemiyordu "Ağlamadım" derken...
Bilmiyor muyduk ki, içi ağlarken insanın ille de göz yaşı gerekmez!..
Bunca şarkının içinden "Elbette" şarkısını seçen adamın içindeki fırtınaların sesini hangi tribün kasırgası duyulmaz kılabilirdi ki!.. Yoksa o mu mırıldanmıştı, ilk kez şarkının sözlerini bir "hüzünler zamanı"nda:
"Bazen hızla dönüp bazen duracağım, Bazen söyleyip bazen susacağım.."
O şimdi, konuşur görünürken susuyor aslında...
Ve... Bilin ki sustuğu zaman konuşmuş olacak...