


Müslüman-demokrat ve ideolojisiz devlet
Galatasaray'ın bizlere yaşattığı mutluluk, ileriye umutla bakma arzularımızı da kuvvetlendirdi
Bizleri umutlu kılan bir şey de Fazilet Partisi'nden gelen "değişim ve demokratikleşme sinyalleri"
Türkiye'nin yeniden bir darbe yaşaması ve militarizmin güç kazanması Erbakan'ın hataları yüzünden oldu
"Müslüman-demokrat" olmanın temeli "ideolojisiz bir devletten" yana olduğunu açıkça ortaya koymaktır
etenek ile akılcılık biraraya geldiğinde toplumun nasıl şahlanabileceğini Galatasaray Türkiye'ye bir kez daha gösterdi. Çarşamba'yı Perşembe'ye bağlayan gece izlediğimiz olağanüstü gösteri, sonraki günleri de sarmalayan bir mutluluk karnavalına dönüştü.
Galatasaray'ın bizlere yaşattığı mutluluk, ileriye umutla bakma arzularımızı da kuvvetlendirdi. Üstelik bu hafta bizleri umutlu kılan sadece futbol değil; hiç beklenmedik bir kesimden, Fazilet Partisi'nden gelen "değişim ve demokratikleşme" sinyallerinin de güçlü bir şekilde ortaya çıkmasıydı.
İlahi güç
Türkiye'nin kronik sorunlarını özgürlükleri evrensel standartlar ölçüsünde genişleterek çözmek yerine, bu sorunlardan kendilerine iktidar imkanları yaratmaya çalışarak ülkeyi kitleyen "politikacı tipi" yavaştan kaybolmaya başlıyor galiba.
Bu tür politikacıların "meşrebi" görünürde farklı olsa da, tümünün "özü" aynı. Hepsi, mevcut yapının çarpıklıklarından yararlanarak iktidara gelme peşinde. Türkiye'yi değiştirmek hiçbirinin asıl hedefi değil.
Bir türlü normal mecrasına yerleşemeyen dinsel hassasiyeti kendine siyaset malzemesi yapan Necmettin Erbakan da Ankara tipi bir politikacı. "28 Şubat Kararları"nın altındaki imzalardan biri ona ait. Kokuşmuş rejimin keskin bir resmi olan Susurluk'a "fasa fiso" diyen o. Türk halkının zenginlik ve özgürleşme taleplerini gerçekleştirecek projeler üretmek yerine sadece "başörtüsü" ya da "Taksim'e Camii" gibi dar kapsamlı siyasette ısrar ederek ufkumuzu daraltanlardan biri de Erbakan. Yeryüzü demokrasilerinin yerine Ortadoğu diktatörlüklerine el uzatarak işe başlayan da gene başkası değil.
Baskıcı rejimin dinsel motifli tutucu bir parçası olan bir partinin ve liderinin tutarsızlıklarını sorgulamak yerine ona "ilahi güç" atfeden bir geleneğin "yenilik" doğurabileceğini kimse inanmıyordu. Türkiye'de, dindarların taleplerinin en sağlıklı biçimde "demokrasinin" içinde çözülebileceği inancının bu parti içinde kendine bir yer bulabileceğine ihtimal veren pek yoktu.
Partide siyasi ve mali gücü elinde tutan ve "küskünler hareketinde" görüldüğü gibi, kendi siyasal egosu dışında hiçbir şeyi ciddiye almayan köhne bir geleneğin, partideki rekabeti yokedeceği sanılıyordu. Ama tüm çirkin tüzük oyunlarına rağmen, Fazilet Partisi'nin son kongresi, rekabetin umut verici bir biçimde yaşandığı ve "demokrat-müslüman" aranışını ilke edinenlerin oyların neredeyse yarısını aldığı bir mucizeye dönüştü.
Müslüman-demokrat
Türkiye'nin yeniden bir darbe yaşaması ve militarizmin güç kazanması Erbakan'ın hataları yüzünden oldu. Ama yaşamın öyle bir diyalektiği var ki, Erbakan'ın darbeye verdiği bu gizli destek, kendisinin siyaset yaptığı tabanın da umulandan daha hızlı dönüşmesine, "demokrasinin" önemini anlamasına yol açtı.
Fazilet Partisi'nin tabanı, insanların inançlarını rahatça yaşayacakları en garantili ortamın demokrasi olduğunu farketti.
Eskiden "referans islamdı", şimdi her türlü inanç ve düşünce için "referansın demokrasi" olduğu anlaşılmaya başlandı.
Müslümanların, kendi inançlarınına uygun bir yaşam tarzını sürdürmelerini ve bu yaşam tarzını başkalarına zorla dayatmadan kendi bireysel özgürlükleri olarak kabul etmelerini demokrasi sağlar. Başkalarına kendi inancını dayatmak, diğerinin "günah işleme hakkını" elinden almaya kalkmak, ancak totaliter ve otoriter bir rejim getirir. Ya da mevcut "otoriter ve totaliter rejim" eğilimlerini kışkırtır.
Demokrasiyi batıdan gelen sahte ve suni bir referans olarak görmek, çoğulculuğu başka amaçlara hizmet edecek bir araç sanmak bir sonuç getirmediği gibi, çok büyük bir kitleye de çok haksız bir fatura çıkarttı.
Şimdi görüyoruz ki, müslümanlığın demokrasi ile bağdaşması halinde, kendini ifadesi, diğer tüm düşünce ve inançlar gibi büyük bir güvenceye kavuşur.
İdeolojisiz devlet
"Müslüman-demokrat" olmanın en temel noktası, "ideolojisiz bir devletten" yana olduğunu açıkça ortaya koymaktır.
Bireysel özgürlüklerin çoğalımı, ancak devletin herkese eşit mesafede hizmet vermesi ve hukukun etkinliğini gözetleyen odak olması ile mümkündür.
Eğer birileri "din devleti" peşinde koşarsa, başka birileri de "askeri devlet" peşinde koşar. Ama bir "din devleti" ya da "askeri devlet" yerine, yeryüzünün gelişmiş ülkelerindeki gibi bireysel özgürlüklerinin peşinde koşarsanız, o zaman bunun gerçekleştirmenin aracı "ideolojisi sadece demokrasi olan bir devlet" aygıtıdır.
Demokrasi, evrensel hukuk kurallarından başka birşey değil. Demokrasinin nihai halini tanımlayan "Paris Şartı"nın hayata geçmesi halinde, Türkiye bütün takıntılarını çözer. Devlet de halkıyla kanlı bıçaklı olmaktan çıkar, çünkü o da özünü, tek parti anlayışından, çoğulcu bir demokrasiye doğru dönüştürmüş olur.
Fazilet Partisi'nin son kurultayı, demokrasi konusunda umutlarımızı artırdı. Rekabetçilikten ve yarışmadan nasibini almamış bir gelenek bile çoğulculuğa yönelik çok kuvvetli bir sinyal verdi.
Devletin halktaki farklı eğilimleri görmezden gelme inadına karşı en kuvvetli direniş gerçek bir bir demokrasi arzusu ve talebidir.
Kürtler'in, Müslümanlar'ın, liberallerin ve diğerlerinin "demokrasi" talebini her gün biraz daha güçlü bir şekilde bağırmaları, toplumun çığlıklarına kulak tıkamayı gelenekselleştiren Ankara'nın tavrını da zorlayacak.
Evrensel başarıları Galatasaray'ın zaferinde yaşarken, siyasette bunun tam tersini yapmayacak bir Türkiye yaratmaya doğru da koşmaktayız.
Fazilet Kongresi'nde Erbakan'a rağmen sandığa atılan 521 oy da bunun umutlu bir habercisi sayılmalı. İdeolojisiz bir devlet isteyen Müslüman-demokratların ağırlığın gündeme koyduğu bir ülke, yeryüzüne daha çabuk ulaşır.