Fado, Portekiz arabeskidir, ille de bir benzetme yapmak gerekirse.. Hüzünlü halk şarkılarıdır bunlar.. Amelia Rodriguez gibi muhteşem bir ses, fadoyu Portekiz sınırlarından çıkarmış, dünyaya yaymıştı..
Büyük Amelia'yı ölümünden az önce, Aspendos'ta izleme mutluluğuna ulaşmıştım.
Fiesta, dinsel içerikli bayramların, Latin ülkelerindeki adıdır.. İnsanlar sokaklara dökülür, herşeyi unutur, eğlenirler..
Futbol.. Tarife gerek var mı?..
Fado.. Fiesta.. Futbol!..
Üç F!..
Solcu enteller, özellikle futbola saldırmak istediklerinde bilmiş bilmiş bu üç "F"yi itham ederlerdi..
Salazar Portekiz'i 40 yıl, işte bu üç F, Fado, Fiesta ve Futbolla uyutmuştu..
Fado, Fiesta ve Futbol, dördüncü F, Faşizmin üzerine oturduğu sacayağı idiler.
Bizim enteller de sık sık kullandılar bu deyişleri..
Hala kullananlar var..
Şöyle diyenleri duydum..
"Galatasaray'ın başarısının havası bir ay sürer.. Bu bir ay içinde, normal zamanda kıyamet koparacak, ne yasalar, ne kararnameler çıkartılır, göreceksiniz.."
Türk solunun yerinde saymasının, hatta gerilemesinin sebebi bu işte.. Klişelere bağlı kalmak, gözlerini gerçeklere yumup, herşeyi bu klişeler içinde yorumlamak..
Galatasaray'ın başarısını bir "Uyuşturucu" olarak düşünenler, taban tabana zıt, gerçeğin farkında olamıyorlar, ya da olmak istemiyorlar..
Galatasaray'ın başarısı, iyi organize edildiklerinde, bu ülke insanlarının Avrupa'nın doruklarına çıkabileceklerinin kanıtı..
Bugün tüm yurt yüzeyine yayılan düşünce şu:
"Futbolda yapabiliyorsak, başka dallarda niye yapamayalım?.."
Türk insanı bir uyuşturucu şırıngası ile hülyalara dalmıyor..
Tam tersine "Onlardan hiç farkımız yok.. Biz de yaparız" diye düşünmeye başlıyor.
Demek oluyormuş..
Demek yıllarca bizi uyutmuşlar.. Demek yılları, boşu boşuna kendimize acıyarak, "Biz nasılsa yapamayız" diyerek, teşebbüs bile etmeden geçirmişiz..
Galatasaray'ın yarattığı düşünce devrimi işte bu!.. Yıllarca, ama yıllarca "Onurlu yenilgiler, şerefli beraberlikler"le uyutulan bir ulus, şimdi Avrupa'nın doruğunda olmanın coşkusunu yaşıyor, onurunu yaşıyor, moralini yaşıyor.
Futbol uyutmuyor, uyandırıyor!..
Futbol bir başka şey daha yapıyor..
Biz ulusça eğlenmeyi bilmeyiz.. Ne ulusal, ne de dini bayramlarımızda sokaklara dökülüp, hep birlikte coşmayı, eğlenmeyi pek bilmiyoruz.. Bizim ulusal coşku günlerimiz yok.. Yoktu.. Bunu da futbolla sağladık.. Sağcısı, solcusu, müslümanı, musevisi, hristiyanı, lazı, çerkezi, kürdü, kadını, erkeği, çocuğu, genci, yaşlısı ile, başka hiçbirşeyi düşünmeden sokaklara dökülüp, ele ele, kol kola ortak türküleri bize futbol söyletmeye başladı..
Tam korner noktasının üzerindeki TRT locasındaydım, Popescu kupayı Galatasaray'a getiren penaltıyı ağlara gömdükten sonra, bize doğru bir yay çizerek koşmaya başladığında, dudaklarımdan bir eski şarkı döküldü, farkında olmadan..
"Şimdi İstanbul'da olmak vardı, anasını satayım.."
Müthiş bir maç izlemiş, sadece Türk futbolunda değil, Türkiye'nin yaşamında tarihsel bir dönüm noktasına tanıklık etmiştik.. Ama benim içimden o an, İstanbul'da olmak geçiyordu.. İstanbul'un o dakikalarda, nasıl bir coşku içinde olduğunu tahmin ediyordum..
Tüm alanların, tüm yolların nasıl sapsarı ve kıpkırmızı tıkandığını adeta görüyordum ve o çılgın kalabalığın içinde, sesim kısılana dek bağıra çağıra, türküler söylemek istiyordum..
"Şimdi İstanbul'da olmak vardı anasını satayım" diye başlayan şarkı, bir daha eski şarkıya bağlanarak biterdi..
"Sabret gönül, bir gün olur bu hasret biter.." Bitmişti işte.. Türkün zafere hasreti bitmişti.. Kuyruğunda Galatasaray amblemi olan bir uçak biraz sonra, Türkiye'ye, sadece Avrupa'nın şu dev kupasını değil, bu ulus insanın, yıllardır gözlediği, beklediği, kolladığı morali de götürecekti..
Bu uçak, "Demek benim yapamayacağım hiçbirşey yok!.." diyen insanların ülkesine, sadece bir kupa değil, Türk'ü batının, Türk'ü Avrupa'nın önünde dimdik durduracak bir inanç, bir güven, bir gurur kaynağı indirecekti..
"Şimdilik sadece futbolda tependeyim. Yakında daha ne zaferlerimi göreceksin" diye haykırıyor şimdi ülkemin insanları..
"Avrupa.. Avrupa!.. Duy sesimizi.. Bu gelen Türklerin ayak sesleri" çağıltısının futbol sahalarında başlayışı bir tesadüf değildir!..
Birden yağmur gibi haberler başladı..
Kara kediler.. Ayrılıklar.. Boşanmalar..
Eyşan bir şirkette çalışmaya başlamış. Patronu ile de aşk oyunlarına dalmış.. Bitiyormuş.. Bitmiş..
Bir, üç, beş, on..
Bre aman.. Baştan gülüp geçiyordum ama, bu kadar gazete, bu kadar dergi, bu kadar TV programı ayni şeyi söylüyorsa eğer..
Yahu bu ülkede birşey 40 defa söylenirse olur, derler..
Açtım Eyşan'a telefonu sonunda.. "Nedir kız bu" dedim.. "Seni de, Serdar'ı da çok özledim" dedim.. Ardından Serdar aradı..
"Haftada iki gece, çarşamba, cuma Arnavutköy Calypso'dayım" dedi.. Calypso bizim eski dost, taa Ankara yıllarından voleybolcu İbrahim'in kulübü.. "Sen çarşamba erken yatarsın bilirim. Ama cuma hafta sonu" dedi, Serdar..
Cuma gecesi kalktık gittik.. Sıcacık bir kulüp. Hangar gibi değil, minik, samimi.. Ses düzenine bile gerek yok. Serdar'ı ve gitarını "Doğal" dinleyeceğiz.. Böyle zevk pek kalmadı son zamanlarda..
Küçük sahnenin bir başında ben oturuyorum.. Tam karşımda, Eyşan'ın hani o aşk yaşadığı patronu ve eşi.. Ortada Eyşan..
Hadi buyrun, benim paparazzi dostlarım.. Buyrun da, haftalardır yazdığınız, insanların onuruna saldıran haberlerinize bakın..
Serdar bir başladı.. Sanki bana özel program yapmış.. Modern Folk Üçlüsü'nün en güzel türküleri, Timur'un en güzel şarkıları..
Nasıl keyifle söylüyor Serdar.. Nasıl gözlerinin içine bakıyor, sevgilisi, beraber yaşanmış bunca yıldan sonra hala sevgilisi Eyşan'ın, okurken.. Eyşan nasıl yanıtlıyor bu bakışları gene gözleri ile..
Harika bir gece geçirdik, İbrahim'in orda.. Serdar'la.. Eyşan'la..
Sezon bitmeden, böyle bir geceyi tavsiye ederim size.. Hele bir de eğer, kulağınızın dibinde, sahnedeki, ses düzeni bile kullanmayan solistle yarışmak ve onu bastırmak ister gibi böğüren bir kıro yoksa, tadından yenmez!.
Aman İbrahim.. Serdar keyfini kaçıran bu gibileri uyar, ne olur!..
Düşündüm taşındım sonunda şu kanıya vardım: Devlet baba işine geldiği için bu trafik keşmekeşine çözüm getirmiyor.
Bi defa trafik kazalarıyla otomatik nufüs planlaması yapılıyor.. Her beş yılda bir koca stadyum dolusu adam gömüyoruz.. Böylece n'oluyor? Mezar satışıyla Belediyelere kazanç sağlandığı gibi arkadan gelenlere iş açılıyor.
Sonra, trafik kazaları sayesinde ekonomi canlı kalıyor.. Araba hurdalık olup da içindeki sahibi hayatta kaldıysa yeni bir araba alıyor.. Hem hurdacı hem otomobil fabrikası kazanıyor.. Yok şerit değiştirip öteki tarafa gittiyse bu defa geride kalanlar yeni bi araba alıyor.. Araba hurdalık olmadıysa kopartacı, motorcu, lastikçi, öndüzenci boyacı kazanıyor. Diyelim ki içindekiler de yaralı, hastaneler, doktorlar da ordan kazanıyor.
Sonra dikkat et, Devlet Baba, trafik suçlarına ağır cezalar koymuyor.. İki kişiyi ezdin.. En çok iki ay içerdesin.. Ee, biran önce çık ki ekonominin çarkı dönsün. Eğer her adam ezene on yıl yirmi yıl verirsen n'olur? Trafik canavarlarını içeri tıkmış olursun, ama bu defa da nüfus patlaması olur..
Bu işin uzmanları iki de bir "Önce eğitim.. filan" diye ahkam kesiyorlar ya.. O da safsata. Türkiye'nin en eğitimli insanları Ankara'da Bilkent yolu üzerinde oturuyor.. Doktorlar, öğretim üyeleri, mühendisler, sanatçılar.. Tansu Çiller de orada oturuyor.. İki kilometrelik yolda gidiş geliş 28 tane trafik ikaz tabelası var. Türkiye'nin hiç bi yolunda bu kadar sık trafik ikaz tabelası yoktur:
"DİKKAT! Bu yolda hız limiti 70 km.dir!"
Uymaya kalktın mı arkandan vururlar.. En az 100'le gideceksin. Bağdat Caddesi gibi o yol da çok can yedi.. Bunlar Türkiye'nin en okumuşları..
Arada sırada fiyakalı Jandarma otosu ortalarda dolaşıyor, takan kim?.. Kasaba, köy yollarında aslan kesilen jandarma Bilkent'de kuzu!
Ankara'da şehir içinde kazalar artmış.. Çünkü her taraf çukur. Millet çukurdan kaçayım derken birbirine giriyor.. Başkent değil Çukurkent!
Kaldığım evin sokağında (topu topu 200 metre) 35 tane çukur var. Geçen gün bi arkadaşım Orta Doğu Evleri Sitesi'nden Dikmen'e kadar olan güzergahta 612 tane çukur saymış. Daha da sayacakmış ama "adam delirmiş" diye hastaneye götürmeye kalkmışlar.. "Hele Dikmen'de bi tane çukur var, yağmur yağdı mı içinde sandalla geziniyorlar" diyor.
Tamirciler memnun:
"Allah belediye başkanımızı başımızdan eksik etmesin".
Rot, rotil, lastik, darbe, vuruk, arabalar hep tamircilerde. Esnaf da reklam tekniğini iyice kapmış.. Hızla çukara girdin, araba orda kaldı. N'oldu diye inip bakıyorsun.. Çukurun dibinde bi kartvizit:
"Rotcu Ramazan usta tel (..)"
Bizim Başkan geçenlerde doktora gitmiş:
"Bende bir garip değişiklikler olmaya başladı" demiş..
Doktor:
"Bak başkan" demiş "Akıllı uslu adama günde yüz kere sen delisin dersen sonunda delirir.. Ankara'da 7000'den fazla taksi var.. Bi o kadar da otobüs minübüs servis aracı.. Özelleri sayma.. Bunların günde bi defa çukara düştüklerini, her düşüşte de Emin Çölaşan gibi, "Ah İ.Melih ah.." dediklerini düşün.. Sonunda n'olur!?"
Valla Abuzittinciğim, sonunda n'olur onu bilemem de Başkan şu çukurları kapasa çok iyi olur..
Gereken yerlerinden öperim şekerim.
Kardeşin Güneş