Adam olmak zor... Dava adamı olmak daha da zor. Ama en zoru herhalde dava kadını olmak. Dava kadınlığının zorluğu, davasını sürdürmekte değil, adamlara karşı da savaşmak zorunda olmasından.
Julia Riley İrlandalı. Dava kadını olduğunu kabul etmese de gözlerinin, ellerinin dili, alnının çizgileri bunu sergiliyor.
Riley vejeteryen. Et yemiyor. Sevmediğinden değil, hayvanlara merhametinden. Canlı bir yaratığın kesilip doğranıp yenilmesini ilkellik olarak görüyor. Hayvanın sütü ve yünü yetmiyormuş gibi ciğerinin, beyninin, kaba etinin yenilmesinin gerilik olduğuna inanıyor.
Ama et yemeye itirazı, asıl başka nedenle... Riley, et yemeyle saldırganlık arasında çok sıkı bir ilişki olduğu görüşünde:
- Tabiata bakın, diyor. Saldırgan hayvanların hepsi et yiyor. Et yedikleri için de saldırıyorlar. Ot yiyen bir yaratığın saldırdığı görülmemiştir. Geyikten tavşana, filden zürafaya bir ot yiyici kendisine saldırılsa bile ancak kaçar, saldırmaz. Ama aslanı, kaplanı, kurdu, hatta bir kediyi düşünün, bir parça et için vahşileşir. Karnının doyacağından fazlasını ister. Parçalar, öldürür. Dünyadaki tüm kötülüklerin temelinde et yeme ihtirası yatar.
Soruyorsunuz:
- Savaş ile ya da politika ile etoburluğu arasında bir bağ var mı?
Alnının çizgilerinde küçük bir dalgalanma oluyor:
- Evet, diyor, hem de nasıl! Bu konuda belgeler var. İsa'dan 600 yıl önce yaşamış Yunanlı matematikçi filozof, ünlü teoremin sahibi Pisagor, et yemeyle savaş arasında paralellik olduğunu yazıyor...
Bir dergiyi bulup çıkarıyor. Bir makale gösteriyor. Başlığı "Vejeteryen Bakış Açısından Körfez Savaşı"
- Dünyanın bir numaralı askeri gücü ile dünyanın kişi başına en fazla et tüketen ülkesinin aynı ülke olması rastlantı değil. Süper güç tıpkı aslan, kaplan gibi 'yedikçe' daha fazlasını istiyor. Gerekmese de öldürebiliyor, yok edebiliyor.
Bayan Riley kuru bir idealden yola çıkmıyor. Görüşlerini hesaba dayandırıyor. Bir sığırın bir kilo büyümesi (Yani bir kilo biftek üretmesi) için 7 ile 9 kilo yem veya tahıl yemesi gerekli.
Bu "tüketime" ek olarak hayvanın çiftliklerden alınıp tencereye konulmasına dek geçen süreç için de milyonlarca dolarlık enerji tüketildiğini anlatıyor.
Yem üretimi için büyük bir tahıl endüstrisine, dağıtım için milyonlarca varillik petrole, yem tarlalarına ve sığırlara su vermek için ve de mezbahalarda akıtılan milyarlarca ton kanı temizlemek için barajlar dolusu su boşa akıtılıyor.
Oysa ki bu süper güç ve ortakları et tüketimini düşürse, hem saldırganlık güdüleri gevşeyecek hem de petrole olan bağımlılıkları azalacak.
Bayan Riley, "Et yemeden de olur" diyerek bir liste çıkarıyor. Listede; Sokrates'ten Newton'a, Kafka'dan Tagor'a, ağzına et koymayan ama fizik ve kafaca üstün yaşam sürdürmüş birçok insan yer alıyor.
Et yemeyenlerin arasında elbette ölümsüz mücadele gücüyle Gandi de var. Gandi, saldırgan olmadan da başarıya ulaşılacağının simgesi.
İrlanda vejeteryan topluluğu liderinin tüm mücadelesi; bir tane bile olsa daha az kuzunun kesilmesi.
Riley bir dava kadını. Ama davasını savunurken sert ve saldırgan değil.
Çünkü et yemiyor.