HAVALARIN ısınmasıyla beraber İstanbul ormanlarında yangınlar da başladı. Ümraniye'nin Reşadiye köyünde çıkan yangında 10 dönümlük orman alanı kül oldu. Elmalı Barajı'nda ve Şile'deki yangınlarda da ekolojik kayıplar verildi. Bunlar ilk kıvılcımlar. Daha önümüzde koskoca bir yaz var. Her yıl, yaz aylarında çıkan yangınlar, İstanbul'ın akciğerinden koca parçaları söküp götürüyor. "Efendim ne yapalım; sıcaklar kurumuş orman örtüsünü tutuşturuyor, yangınlar başgösteriyor. Doğanın bir azizliği. Elden ne gelir?" mazeretine sığınmak, işin içinden bu gibi gerekçelerle sıyrılmaya çalışmak kolaycılık olur.
ÇÜNKÜ İstanbul'u Amazonlar'ın Yağmur Ormanları gibi balta girmemiş, uçsuz bucaksız ormanlar kuşatmıyor. Bolu ve Kastamonu gibi yoğun ormanlık alanın göbeğinde de değiliz.
İSTANBUL'un çevresinde kala kala, su havzalarındaki bir avuç yeşil alan kalmış. Onlara da kuşbakışı baktığınız zaman, betondan dillerin içlerine sinsice ilerleyen kanser hücreleri gibi her geçen gün biraz daha uzandığını, yeşili kemirip yutmakta olduğunu görüyoruz.
YANİ, İstanbul öyle denetim altında tutulamayacak, korunamayacak kadar fazla ve geniş orman alanına sahip değil. Koruma önlemleri biraz ciddiye alındığı taktirde, İstanbul'un ormanlık alanlarında çıkabilecek yangınların anında tespiti ve söndürülmesi, çocuk oyuncağı olur. Her yangında alevler dönümlerce yeşil alanı İstanbul'un haritasından silemez.
BU ciddiyetin gösterilmeyip, "Ne yapalım, hava sıcak" bahanesine sığınılması ise, yangınlarıönemli ölçüde "şaibeli" hale getirir; "rant için arazi açma" niyetlerini çağrıştırır.Yangınların denetimi ve söndürülmesindeki zaaf ta bu "kötü niyet"e karşı hareketsiz kalındığını düşündürür.
TEKRAR edelim: Korunamayacak kadar çok orman yok. İstanbul'un zaten bir çeyreği kalmış akciğerinden yeni parçalar koparttırmayın; kentin soluğu tükenmesin.