Süleyman Bey'i 5 yıl daha Cumhurbaşkanlığında tutma amacıyla -haydi tezgahlanmış demeyelim- düzenlenmiş olan, Anayasa'daki 3 ayrı maddenin değiştirilmesiyle ilgili yasa teklifi, Meclis'te bugün bir kez daha oya sunulacak..
Onaylanacak mı, onaylanmayacak mı?
Gazetelerin yazdığına göre onaylanması için her türlü baskı yapılacakmış...
Bülent Ecevit'in, Meclis'te böyle genel bir baskının orkestra şefliğini yüklenmiş görünmesi, bize göre kendisi için acı bir talihsizlik oldu...
Çünkü sonunda böyle bir baskıyı dahi mazur gösterecek bir Avrupa Birliği üyeliği, henüz çok uzaklarda... Sanırım, bizim kuşağın ömrü içine pek düşmeyecektir Türkiye'nin AB üyesi olması...
Ecevit, onca itiş kakış ve çekişmelerden sonra Süleyman Bey'in Cumhurbaşkanlığı süresini uzatmaya bile bizzat muhtaç kalmış ikinci sınıf bir siyasetçi sayılarak bitirebilir şiirsel yaşamını...
Ve kimse demez ki; o, Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne bir an önce sokabilmek için böyle bir özveriyi bile göze aldı.
Kaldı ki, Anayasaları kişilere göre ayarlayarak, düzelterek ve parlamentolarda baskılar uygulayarak, 21. Yüzyıl'lı bir ülke de olunamaz..
Bize sorarsanız Ecevit, durup dururken yine zora soktu kendisini. Ne diyelim, canı sağ olsun...
Ayın başına rastlayan pazartesiler, ister istemez beni de hareketlendiriyor... Bankamatik kartlarının borçlarını ödemek için banka banka dolaşıyorum...
Genç bankacı hanımlar, önlerindeki bilgisayarların tuşlarına basarak, ekranlarda beliriveren tablolara bakıyorlar; printerleri çalıştırıyorlar, not kağıtları üstünde de bazı hesaplar yapıyorlar...
O sırada çalan telefonlara da gayet sevecen seslerle yanıtlar veriyorlar ve bazen bana da, laf ola soruyorlar:
- Süleyman Bey kalacak mı?
Aslını ararsanız, ay başına rastlamış pazartesilerde faaliyetleri daha da yoğunlaşan banka şubelerinin; ne çalışanlarını, ne de müşterilerini pek ilgilendirmiyor Ankara'da olup bitenler..
Taksitlendirilen borçlar...
Faizlerin durumu...
Hisse senetlerine yapılan yatırımlar...
Kâr-zarar hesapları...
Kişilerin parasal pozisyonunu gösteren özel banka kartonlarındaki değişimler...
Seçenekler, öneriler, onaylar..
Ah, ne kadar da ılıktır bankacı genç hanımlar; hele şakadan da anlayanlardansalar...
Bir de havaalanı büyüklüğündeki süper marketler ve süper marketlerin dev yapıları içinde özel çarşılar var..
Oralarda servis veren kız-erkek gençlerin de, umurunda bile değil Süleyman Bey'le Ecevit'in durumu..
Ya vitrinlerden vitrinlere, süper marketlerdeki değişik bölümlerden bölümlere dolaşıp duran kalabalığın umurunda mı?
Global bir tüketim ekonomisinin büyük dalgaları, Türkiye'yi de yavaş yavaş kaplamada...
İnsanlar, kişiliklerinin niteliğini, alışverişlerinin düzeyleriyle kanıtlamaya itiliyorlar.. Kaliteli insan, kaliteli mal alır, türünden..
P azar ekonomisinde bireysel olanakların nasıl sağlanacağına gelince... O bir hayli karmaşık bizim Türkiye'de..
"Bulan buluyor şekerim" değerlendirmeleri henüz pek aşılamıyor.
Global sermaye yoğunlaştıkça ve buna pararel olarak, yönetimlerde saydamlık yaygınlaştıkça; Bitlis'in Yelipis köyünde de tenis kortlarına rastlanır olacaktır...
İnsanlar daha iyi yaşamak istiyorlar. İyi yaşamanın da, kurnazlıklar ötesi, bir bedeli bulunduğunu henüz tam bilemiyorlar.
Önümüzdeki 100 yıl içinde bunu da öğrenecekler elbet...
Önümüzdeki 100 yıl içinde yine Süleyman Bey'le Ecevit mi bayraktarlık edecek siyasetin gölgeler ordusuna?
Ben pek sanmıyorum, siz ne diyorsunuz?