Bizim Kâmil Çakmak'ın bugün Gündem sayfasında yer alan bir Hamlet yorumu var. Demirel'i Hamlet yapmış.
Hamlet'in elindeki kuru kafanın yerinde de cumhurbaşkanlığı koltuğu..
Shakespeare'in aynı adlı oyununun kahramanı olan Danimarka Prensi, ayrıntılara titiz, aşırı duyarlı, karmaşık duyguları nedeniyle eyleme yönelmekte zorlanan bir karakterdir.
En akılda kalıcı sözü de şu:
"Olmak ya da olmamak.. İşte bütün mesele!"
Demirel de ayrıntıları düşünür ama duyarlılığının bütün değerleri kapsadığı söylenemez.
Eylem konusunda kararsızlığı yoktur.
Kararsız görünmesinin nedeni "Kendim için bir şey istiyorsan namerdim" veya "Ben bu işin dışındayım" diyebilecek yaratıcılığa sahip olmasıdır.
Kâmil Çakmak'ın Hamlet yorumundaki Demirel konuşsaydı, o da "Olmak ya da olmamak.. İşte bütün mesele!" derdi.
Ama bu sözler, Hamlet'in kararsızlığını değil, Demirel'in Ecevit'ten güç alan yeniden seçilme kararlılığını yansıtırdı.
Bu kararlılığın eylem alanında göze alabileceği cüretkârlığın uç örneklerini bugün mecliste izleyeceğiz.
Üç liderin anlaşması ile Anayasa'daki "gizli oy" ilkesi delinecek.. Koalisyonun milletvekilleri "kabul" anlamındaki beyaz oyları hücreden çıkarken gösterecekler, zarfa dışarda koyup öyle atacaklar..
"Biz 5+5'i destekliyoruz" diyen DYP'lilerin oyun oynaması ihtimali de bu tedbir sayesinde önlenecek.
Bu çabalar oylamayı, iki ihtimale de aynı uzaklıkta bir yere getirdi. 5+5 geçerse meclis, bu baskının öcünü Demirel'i seçmemek suretiyle almaya kalkar mı?
Liderler onun çaresini de günü gelince nasıl olsa bulmayı bilirler!
Neyse.. "Olmak ya da olmamak" Demirel'in, Ecevit'in ve meclisin meselesi..
Türkiye'nin meselesi ise enflasyon, kalkınma, işsizlik, demokrasi ve adalettir.
Bugün öyle veya böyle asıl gündemi tıkayan sebep ortadan kalkacağı için seviniyoruz.
Şimdiden hepimize geçmiş olsun!
27 Mart'ta yazdıklarımı yanlış anlaması beni üzdü. Orada "312 tartışılabilir, haksız uygulamaları önleyecek biçimde yeniden yazılabilir ama kaldırılamaz" demiştim.
Terörü kışkırtacak nitelikteki sözlerin dünyanın hiç bir yerinde düşünce özgürlüğü sayılmadığını, o nedenle her yerde suç oluşturduğunu savundum.
Sivas'ta aydınların yakılması cinnetini ve Hizbullah mezar evlerini yaratan felâketlerde bu kışkırtmaların parmak izleri yok mu?
Bunu sordum.
Ama Hasan Celâl Güzel'in parmak izini teşhis ettiğimi asla söylemedim.
Onun demokrasiye bağlı olduğunu, düşüncelerini kendi üslubu ile savunurken terör savunuculuğu yapmadığını, kendini bir adli hatanın mağduru olarak görse, bu duygusal tepkinin onu böyle akıldışı bir saplantıya savuramayacağını biliyorum.
Dileğimiz en kısa zamanda özgürlüğüne kavuşmasıdır.