Türkiye'nin rekabetçi büyüme stratejilerinde turizm sektörü önemli rol oynayabilir. Turizm, Türkiye için bazen ciddi bir gelir kaynağı olmuş, zaman zaman ise hüsran getirmiştir. Bazı politik olaylar ve yanlış propagandanın yanı sıra, yaşadığımız deprem felaketi de turizme darbe vurmuştur.
Oysa İspanya, İtalya ve Yunanistan gibi ülkeler, turizm gelirlerini sürekli belli bir çizginin üzerinde tutmayı başarmaktalar. Peki bizim eksiğimiz nerede? Tarihi, kültürü, doğası ve insanıyla, Türkiye'nin çok başarılı olması gereken turizmde geri kalmasının nedeni nedir? Beş yıldızlı otellerin yetersizliği mi, tatil köyü azlığı mı, havaalanlarının kapasitesinin azlığı mı? Yoksa herkesin diline dolanan tanıtım eksikliği mi? Belki de hiçbiri.
Bayram tatilinde İtalya'nın iç bölgelerini arabayla gezerken, bu soruları kendime yöneltmeden edemedim. Bu mevsimde bunca turist, nereden bu ufacık kasabaları bulmuş? Acaba maharet tanıtımda mı? İtaylanlar'ın kültür, moda ve sanat konularındaki eserleri ortada. İmajları daha iyi olsa gerek ki, turistler bu ülkeyi yalnız bırakmıyor...
Gördüğüm yerleri, Türkiye'de ziyaret ettiğim tutsak bölgeler ve tabii İstanbul'la karşılaştırmadan yapamadım. İlk gözüme çarpan şey, ülkenin bölgesel anlamda tarihi, kültürü, yemek ve adetlerini tanıttığını fark ettim. Örneğin Trakya yemek ve adetleriyle, Ege yemeklerinin ayrıştırılması ve belgelenmesi gibi. Burada bir otel veya restoran pazarlanmıyor. İnsanlar, tarihi, doğayı ve kültürü görmek, belli bir yaşam tarzını hissetmek için para harcıyorlar.
Türkiye'de ise, bu en önemli üç turistik unsuru, yani tarihi, doğayı ve kültürü mahvetmek için elimizden geleni yapıyoruz. Tarihi kalıntılar üzerine gecekondu ve gökdelenler yapıyoruz. İstanbul'da örneğin Haliç civarında başıboş bırakılmış tarihi yapılar, başka bir zihniyetle ele alınsa, bu semtlere sayısız turist getirebilirdi. Örneğin, üç dinin yan yana yaşayabildiği İstanbul, yalnızca uzun süre bayrağını taşıdığı İslam kültürünün değil, Hristiyan ve Musevi geleneklerinin de bulunduğu bir şehir.
Oysa bulduklarımızla bulabileceklerimiz arasında dağlar kadar fark var: İşte Kapalı Çarşı'nın eskiyen yüzü. Boğaz'ın bazı yerlerde çamur rengini alan suları. Yeşilin yok olduğu İstanbul. Zeytin ağaçlarının katledildiği, betona yenik düşen Bodrum. Bu güzellikleri yaşatma inancı olmadıktan sonra, ülkemizde turizmin iyiye gitmesi çok zor. İtalya'da küçücük kasabaların arkeoloji müzeleri varken, bizde geçmişe ve kültüre saygı yerleşik bir duygu değil.
Türkiye'nin rekabet edebileceği en öncelikli sektör olan turizmde, ana konuları atlayıp, yardımcı konular üzerinde takıldığımızı düşünüyorum. Turist, yattığı yataktan çok, gördüğü manzarayı, yaşadığı toplam deneyimi önemsiyor. Doğasını ve kültürünü kolayca harcayan, tarih bilincini geliştirmeyen bir toplum olduğumuz sürece, milyarlarca dolarlık reklam kampanyası bile yetersiz kalabilir. Her ziyaretinde daha çok beton, daha az yeşil ve daha kirli bir maviyle karşılaşan turist, bir sonraki seyahatinde farklı arayışlara girebilir.
Aslında Turizm Bakanlığı'nın yeni atılımların öncesinde olduğu bir dönemdeyiz. Bu atılımların şimdiye kadar ortak bir paydada birleştirilemeyen ülke imajımızı olumlu etkileyeceğini zannediyoruz. Yine de, belirli bir bilinç düzeyinin ülke içinde de yakalanması, en az tanıtım kampanyalarının başarısı kadar fayda sağlayacak ve sektöre süreklilik getirecektir.