kapat

27.03.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CAN DÜNDAR(cdundar@sabah.com.tr )


Zaten tiyatro dediğin nedir ki?

Bir tiyatrocu arkadaşım var; en az 20 yıllık oyuncu...

Geçenlerde bir reklam filminde oynadı. Şimdi herkes yolda çevirip, "Aman ne güzel oynuyorsunuz" diyormuş; oyunculuğu nereden öğrendiğini soruyorlarmış.

20 yıl sahne tozu yuttuktan sonra, ancak ekrana çıkınca "keşfedilebilmek" ne acımasız bir durum değil mi?

Bu durum, bize tiyatronun ne kadar fedakârlık isteyen bir sanat dalı olduğunu kanıtladığı gibi ne kadar "hayırsız" olduğunu da gösteriyor.

Sinemada De Sica filmlerini seyredebiliyorsunuz; bir Raffael tablosunu, Michelangelo heykelini galeride izleyebiliyorsunuz, Londra Senfoni Orkestrası'nın Vivaldi kayıtlarını dinleyebiliyorsunuz, ancak diyelim Dostlar Tiyatrosu'nun Kafkas Tebeşir Dairesi'ni sadece izleme şansı olanların aktardıklarından "öğrenebiliyorsunuz."

Çünkü tiyatro, iki perde arasında yaşıyor. Ve perde indiği anda, ömrü kısacık bir yaşam aralığına sıkışmış nadide bir kelebek gibi kayboluveriyor.

"Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal, boş kubbede hoş bir seda olarak kalıyor."

***

Belki de tiyatronun bu hayırsızlığı, vefasızlığı yüzünden, bugün, Dünya Tiyatro Günü'nde bir kat daha büyük bir hayranlık ve takdir hisleriyle kutlamak istiyorum, bu "karşılıksız aşk"ın sevdalılarını...

Ödeneksiz, salonsuz, seyircisiz, desteksiz, tiyatroyu ayakta tutmaya çalışan, hemen silineceğini bile bile ısrarla, aşkla suya yazı yazmayı sürdüren, "iki kalas bir heves"ten ibaret sayılan bu sanat mabedinin perdesini tümden kapatmamak için uğraş veren tüm tiyatrocuları ayakta alkışlıyorum.

Genç bir tiyatrocu dostum, birkaç yıl önce, perde açıldığında salonda sadece 2 kişinin oturduğunu gördüklerini anlatmıştı. Sahnede 5 kişilermiş. Şöyle bir bakışmışlar ve hiç tereddütsüz oyuna devam etmişler.

Bu, kutsanması gereken bir meslek aşkı değil midir?

Bu yıl, Dünya Tiyatro Günü, Devlet Tiyatroları'nın 50. kuruluş yıldönümüyle birlikte kutlanıyor.

Geçen yazdan beri, bu yarım asırlık tarihi belgeselleştirebilmek için uğraşıyorduk. Bu -çok zorlu- uğraşın sonucu, bu gece ekranlara yansıyacak.

Devlet Tiyatroları'nın, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren nasıl önemsenerek, nasıl desteklenerek ve yine de nasıl zorluklarla kurulduğunun öyküsü bu aslında...

Ama aynı zamanda da, bugün o ilk heyecanın nasıl unutulduğunun ve Devlet Tiyatroları'nın nasıl kaderine terk edildiğinin de öyküsü...

Yaşanan 50 yılın çok değerli tanıklarıyla görüştük belgesel için... Sahnelerin bu dev isimlerinin birbirlerinden çok hoşlandıkları söylenemez. Hatta bir kısmının birbirlerinden nefret ettiği bile söylenebilir. Ancak konu tiyatroya gelince hepsi şu noktalarda birleşiyorlardı.

Konservatuvara yazılan 8 öğrenciyle kurulan Devlet Tiyatroları, 50 yıl sonra bugün 1800 kişilik kadrosu 615 oyuncusu ile yılda 1.5 milyon seyirciye ulaşıyorsa, onu artık 1949 model bir yasayla yönetmenin imkanı yoktur.

Hele 12 ayrı kentte 31 sahnede perde açan bir sanat kurumunu merkezi bir yönetimin boyunduruğunda tutmanın hiçbir mantığı yoktur.

Ve nihayet, özerk bir yönetim kurulmadıkça, yılda bir değişen yöneticilerle tiyatroyu yeniden diriltme ihtimali yoktur.

***

Bu, tiyatronun ortak sesidir.

Tiyatronun kurtuluşu bu ortak sese kulak vermekten ve kuruluş döneminin heyecanını yeniden inşa edebilmekten geçiyor.

Bölge tiyatrolarının kendi repertuarlarını oluşuturup sahneleyebildiği, farklı tiyatro üsluplarının özgürce sahne açıp rekabet edebildiği, oyuncuların memur gibi görülmeyip konservatuvardan itibaren bağımsız bir sanatçı kişiliğiyle yetiştirildiği bir sanat merkezi...

(Devletin ille de bir tiyatrosu olacaksa) 21. yüzyılın Devlet Tiyatrosu, böyle bir kurum olmak zorundadır.

Sürekli kendisiyle çatışan bir cadı kazanı değil...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır