Silah mı, bilgisayar mı?
Türkiye'nin stratejik konumuyla ilgili en esaslı soruyu Siyaset Meydanı'nda bir genç sordu. Helikopter parasıyla bilgisayar almanın daha iyi olup olmayacağını merak ediyordu.
Çok uzun zamandır ilk defa Türk basınının silahlanma harcamalarına, özellikle de dört milyarlık helikopter alımlarına dikkatlice eğilip, sorması gereken soruları çekinmeden sorduğunu gördük. Belli ki devletin içinde de silahlanmaya farklı şekilde yaklaşanlar var.
Artık gazetelerde Savunma Sanayi Müsteşarlığı'nın "silah lobileri" tarafından işlevsiz kılındığına dair yorumlar okumak da, bu teşkilatın silahlanmada modernleşmeyi önlediği iddialarına rastlamak da mümkün.
Büyük paralı işlerde dedikoduyu önlemenin en iyi yöntemi saydamlık. Güngör Uras bir zaman önce böyle bir saydamlaşmayı sağlamak için şu soruları sordu:
"Halkımızın bu helikopterlere ödenecek parayı bilmesi hakkıdır. Çünkü bu para halkımızın cebinden çıkıyor. Bir şey daha var: Ordumuza helikopterleri satan yabancı firmaların isimlerini yabancılar açıklamaktan sakınmıyor...
Acaba bu yabancı firmaları Türkiye'de kimler temsil ediyor? Helikopterlerin alımı için ödenecek paranın ne kadarı aracılık hizmetleri karşılığı Türkiye'de kalacak? Bunu da bilmek parayı ödeyenin hakkı olmalı. Değil mi?"
İhaleye katılıp elenen firmaları öğrendik. Ama silahlanma sürecinin iyice saydamlaşması için diğer soruların da cevaplarının bilinmesi gerekmekte.
Asıl soru
Gündemi kaplayan siyasi çıkar kavgaları esas temel soruların sorulmasını önlüyor.
Geçenlerde, şimdi öğretim üyeliği yapan emekli bir askerin, hükümetin helikopter alımına sıcak bakmaması ile Fetullah Hoca kasetlerinin yeniden gündeme getirilmesi arasında bağlantı olduğunu iddia ettiği konuşuluyordu. Bizim gibi insanların anlamakta zorlandığı bu tür garip manevralarla, çıkar çatışmalarının yarattığı karmaşa, tartışmamız gereken konuları hep arka plana itiyor.
Ankara tuhaf işlerle uğraşırken Türkiye'nin stratejik konumunun daha da güçlendirilmesi konusundaki en esaslı soruyu geçenlerde Siyaset Meydanı'nda bir genç sordu. Helikopterlere dört milyar dolar harcamak yerine, bu parayla bilgisayar almamız halinde, Türkiye'nin stratejik konumunun daha güçlenip güçlenmeyeceğini merak etmekteydi.
Gerçekten de "yeni ekonomi" denen bilgi çağı döneminin gereklerine ayak uyduramayan, dolayısıyla zenginleşemeyen bir ülkenin güçlü savunması neyi savunacak? Önce savunulacak bir zenginlik yaratmak gerekmez mi?
Can alıcı "silah mı, bilgisayar mı?" sorusunun doğru cevabı, Türkiye'nin dışındaki dünyayı dikkatle izleyince ortaya çıkıyor. Türkiye ile Yunanistan çılgın bir silahlanma yarışı içinde ama dünyadaki trend çok farklı.
AB ve Bilgisayar
Dün Portekiz'de toplanan Avrupa Birliği hükümet başkanlarının toplantısına biz sadece mali protokollerin veto edilip edilmemesi ya da Avrupa Güvenlik ve Savunma Birliği'nde Türkiye'nin söz sahibi olup olmayacağı açısından bakıyoruz.
Halbuki bu toplantının en önemli yanı, Avrupa'nın, Amerika'nın sürekli büyümesini sağlayan ve "yeni ekonomi" diye tanımlanan ekonomik mucize karşısında alacağı kararları ve yapacağı reformları tartışacak olması.
Avrupa Birliği Başkanı Romano Prodi'nin de desteklediği öneriler arasında "bilgisayar" ile ilgili olanları şunlar:
- AB üyesi ülkelerdeki bütün okulların gelecek yılın sonuna kadar internete bağlanması,
- Bütün bireylerin 2005 yılına kadar internete ulaşacak hale gelmesi. Öğretmenlerin bu olanağa birkaç yıl önce kavuşması,
- Internet erişiminin ucuzlatılması amacıyla rekabet şartlarının oluşturulması.
Avrupa Birliği'nin güçlenip Amerika ile rekabet edebilmesi için "bilgisayarlar" işin belkemiğini oluşturuyor.
Bilgisayar ve internet yeni çağın en önemli zenginleşme kaynağı. Bu, üretimin tüm yapısını değiştirdiği gibi, maliyetleri de inanılmaz boyutlarda düşürüyor. Ülkenin zenginleşmesini hızlandırıyor.
Zenginleşmenin yeni yollarını aramak yerine, Türkiye'nin bu temel hedefi gözardı eden bir silahlanma yarışına girmesi, bizi güçlenelim derken fakirleştirebilir de... Çünkü sınırlı kaynakların isabetli harcanması asıl sorunumuz.
Yeni zenginlik
Türkiye, geleceğini değişen çağın gereklerine göre ayarlamakta çok gecikiyor.
Geçen günkü gazetelerde, The Sunday Times'ın yayınladığı "dünyanın en zenginleri" listesi vardı. Dünyanın en zengin isimlerinin 27'si Amerikalı ve bunların büyük çoğunluğu telekom, internet ve yazılım gibi "yeni çağın" sektörlerinde faaliyet gösteriyor. Microsoft'un kurucusu Bill Gates sadece Amerika'nın değil, dünyanın da en zengini. Üstelik mütevazi bir aileden gelmiş, sermaye sahibi olmadan, "beyinsel gücü" ile zirveye ulaşmış.
Büyük zenginler sıralamasının ilk onunda birkaç petrolcü var ama hiç "silah fabrikatörü" yok. Silah dünyada tepetaklak giden bir sektör çünkü.
Zaten dünya sisteminin her yanda barıştan yana ağırlığını koyması da, barış ortamındaki ticaretin savaş ortamındaki silahlanmadan daha fazla para kazandırmasından.
İyi eğitilmiş kitlelerin bilgisayarlarla üretime katılması en birinci amaç. Silahlanma ve savaşlar gelişmiş ülkeler için geçmişte kaldı. Silah sektörü artık para kazandırmadığı gibi, bilgisayarlaşmayı öncelikli amaç haline getiren dünya ticaretini de tehdit edici bir hal alıyor.
Türkiye, startejik çıkarlarını bilgisayarlaşma üzerine kursa, zenginleşme konusundaki makus talihi değiştirebilir. O zaman, savunmasını da "yeni çağa" göre şekillendirir. Düşünün ki, ABD, Körfez Savaşı'nda beş yüz bin kişiyi buraya getirdi ve sadece 125 askerini kaybetti. Olağanüstü bir teknoloji kullandı.
Artık Türkiye'yi "kendi" gerçekleriyle değil çağın gerçekleriyle değerlendirmek gerekiyor.
Türkiye'nin "kendi" gerçeğini bahane ederek para kazananlar, dünyanın gerçeğini gözlerden saklayabilmek için uğraşıp duruyorlar.
Ama, sanırım, gerçekleri saklamak pek kolay olmayacak.
Bu küçülen dünyada o gerçekler gelip gözbebeğimize batıyor çünkü.