Bu Yekta Kara nasıl karadır, anlamam.. O bir güneş.. Sadece kendisi aydınlık değil.. Her yeri aydınlatıyor..
Bakın abartmıyorum.. Türkiye Türkiye olalı böyle bir görkem, böyle bir coşku, böyle bir huşu görmedi..
Lirik Tarihi ekrandan izlemiştim iki kez.. İlki 75'inci yılda, Taksim Meydanı'ndan naklen.. Sonra AGİT zirvesinde daha kısaltılmış ve bir sahne şovu haline getirilmişini..
Ekranda seyretmek hikayeymiş meğer.. Canlı seyrettiğin zaman..
Kendimi nasıl kaptırmışım.. Yerimde katılmak değil, sahneye fırlamak istiyorum.. Öylesine bir coşku..
Önümde oturan dönüp beni uyarıyor, sakin olmam için.. Yerden göğe haklı tabii.. O, huşu içinde izlemek istiyor, kendinden geçmiş..
İşte mucize bu..
Huşu, coşku duyuları ayni anda veriliyor insana..
Nasıl verilmez?..
İstanbul Opera ve Balesinin koskoca sahneyi dolduran muhteşem orkestra ve korosu, Carmina Burana ile açıyor perdeyi.. Sonra arkada ve tepede, mehter ortaya çıkıyor.. O Mozartlar'a, Beethovenler'e, Bachlar'a ilham kaynağı olan mehter tüm görkemi ile.. Geçiş nasıl olağanüstü güzel..
Ve sahnenin solunda yer alan İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu Tasavvuf Musikisi Heyeti sazları ve korosu hem de nasıl özlediğimiz Ahmet Özhan eşliğinde bir Salat-ı Ümmiye'ye başlıyorlar.. Tüyleri ürperiyor insanın.. Ama asıl sürpriz devamında.. Bu defa operanın orkestrası çalmaya, korosu söylemeye başlıyor, Itri'yi.. Bu tarihte ilk.. İlk kez bu olağanüstü beste bir klasik orkestra ve koro ile seslendiriliyor.. Ama nasıl seslendiriliyor..
Mehterin ve Salat-ı Ummiye'nin Cumhuriyetin 75. Yılı'nda ne işinin olduğunu soran gerzek enteller çıkmıştı, hatırlıyorum.. Gelsin de görsünler.. Carmina Burana'nın ne işi varsa, o işi var..
Bu ne mene aptallıktır ki, bu ülkede solcu, Osmanlı'ya, Osmanlı kültürüne sahiplenmeyi zül addeder, sağcısı, üzerinde oturduğumuz o muhteşem antik uygarlığı görmezden gelir, yok etmeye çalışır..
Oysa hepsi bizim.. Hepsi..
Lirik Tarih, bunu hem de nasıl göstere göstere, kulaklara, gözlere, beyinlere, yüreklere soktuğu için alkışlanmalı..
"Ne olursan ol gel" diye haykıran Mevlana'ya gönderme yapan Mevlevi neyinin ara nağmeleri ile, Sinagog İlahileri Korosu, Patrikhane Rum Ortodoks Korosu, Surp Ermeni Kilisesi Korosu ve Ahmet Özhan ve korosu birbirine bağlı ilahiler söylerken, gözlerimiz yaşarıyor..
Bu benim ülkem işte.. Benim insanım.. İlahilerin sonunda bu ayrı ayrı dinlerin temsilcilerinin hep birlikte bir "Amin" deyişleri var.. Bin makaleye değer..
Dede Efendi'nin valsi Yine Bir Gülnihal, gene Ahmet Özhan sazları ve korosu ile Devlet Opera ve Balesi Orkestra ve Korosu'nun ortak yapımı olarak, coşkuyu doruğa ulaştırırken, bir Pulathane gurubu çıkıyor ortaya.. Bir Karadeniz oynuyorlar.. Müziğin durduğu anlarda, adımları ile musiki yaratarak.. Ben böyle bir dansı ilk kez izliyorum, bu ülkede.. Bravo Pulathaneliler..
Bir sema gösterisinin ardından Fatih Erkoç'un süprizi geliyor.. Semaya eşlik eden melodinin teması ile Fatih caz yapıyor, trambonla.. Müthiş.. Sonra gene Fatih ve arkadaşlarının başlayıp, büyük orkestranınm bitirdiği harika bir sirto ve longa gösterisi.. Fatih udla caz yapıyor bu defa..
Ve bir kere daha Mehter.. Bu defa Mozart çalıyor Mehter, Türk Marşı..
Bravo Şef Akbulut.. Bravo mehteran!..
Ve hepsi, sahneye çıkanların hepsi, Beethoven'in 9. Senfonisi'nin koro bölümünü oluşturan Schiller'in ünlü şiiri "Neşeye Övgü" söylerken, salon da kopuyor artık.. Bakıyorum, bana sakin olmamı öğütleyen o huşu içindeki seyirci de ayakta, alkışla tempo tutarak eşlik ediyor, o benzersiz koroya..
Zannetmeyin ki, İstanbul Balesi'nin o dünyalar şirini şovlarını atladım..
Bayram sabahında, dedeler, nineler, çocuklar ve torunların dansı bir harikaydı. Hele o dede ile nine..
Zeki Müren ile Ajda Pekkan'ın ince ince hicvedildikleri Nihavent Longa da öyle..
Lirik Tarihi, İş Bankası sayesinde izledik. Bu kadar büyük bir sahne olayınının masrafını yüklenmek, babayiğit bir sponsorluk..
Ruhat haklı..
Bu şov, hem Türkiye'yi, hem dünyayı dolaşmalı..
Galatasaray'ın futbol sahalarında yaptığını, Lirik Tarih, kültür alanında yapacak, dünyayı mest edecektir..
Bu şovu Clinton ailesi boşuna 15 dakika ayakta alkışlamadı!..
Herkes bişey söyledi..
Büyüklerimiz de televizyonda "Kurban farzdır, hayır farz değildir.. Kuran'da yeri vardır, yoktur" diye birbirlerine girdiler. Şaşırdım kaldım.
Çaresizliğimi gören arkadaşım "Sen de benim gibi yap dedi.. Kurbana vereceğin parayı darda olan birine ver.."dedi.
öyle yaptım.
Yahya Murat Demirel'e verdim.
Bankası elinden alındıktan sonra bayağı zorda diye duymuştum..
Abuzittin'ciğim,
Bu kurban meselesi ne zamandır aklımı kurcalıyor..
Bazı bazı da düşünürüm.. Dinimiz Arabistan Yarımadası'nda değil de mesela kutuplarda doğsaydı? Orada ne koyun, ne keçi, ne de deve var? Fokları mı kesecektik?
Her Kurban Bayramı milyonlarca müslüman yollarda..
"Nereye?
"Kutuplara fok kesmeye.."
Bi de iki ayaklı kurbanlar var.. Trafikde giden kurbanlar.. Zaten her bayramda trafik canavarına kendi ellerimizle verdiğimiz kurbanlarla, kestiğimiz kurbanların kanları birbirine karışır.
İngiltere'de Prof. Magurie şöförler üzerinde bi araştırma yaptırmış; çıkan sonuç şu taksi şöförlerinin beyni daha büyükmüş."Yani daha gelişmiş..
Bizim içişleri bakanımız da hemen aynı araştırmayı burada yaptırmış.. Bakmışlar ki bizimkilerin beyinleri küçük ama başka bi organları normalin iki katı. Bakan, ingiliz profesöre sormuş. "Neden sizinkiler öyle de bizimkiler böyle". "Mr. Tantan" demiş adam, "bizimkiler arabayı beyinleriyle kullanır.. sizinkileri bilemem."
Trafik kazaları konusunda Kamil Koç otobüslerinin patronu Sena Kaleli'nin ilginç görüşleri var, diyor ki:
"Artık otobüs firmaları kadın sürücüleri tercih etmeli.. En azından dikkatsizlik ve alkol yüzünden yaşanabilecek kazalar biter.."
Sena Hanım dediğini ispatlamak için gazetecileri bir otobüse koyup Ankara'dan İstanbul'a yollamış. Gerçekten bizimkiler hayatlarından ilk defa böylesine güvenli huzurlu otobüs yolculuğu yapmışlar. İstanbul'a 10 kilometre kala acı fren.. Bi yalpa, otobüs şaranpole düşmüş..
Bağrış çığrış:
"N'oldu kaptan abla?!"
"Valla" demiş Kaptan Abla, "Tam viraja girdim.. Baktım otobanın ortasında bi fare!."
Gene de "Hiç değilse bayramlarda hanım şöförleri denemeli" diyorum.
Münasip yerlerinden öperim.
Kardeşin Güneş.
Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel, "Siz bu sivri biberi 1 milyona almazsanız, fiatı düşer, o zaman da enflasyon geriler" gibi fevkalade sivri bir laf edince, "Aman ne güzel.. Biz de Merkez Bankası'nın 600 bin liraya sattığı doları almayalım, eskisi gibi 10 liraya düşsün" demiştik.
Lafı poposundan bile anlamayan Hıncal takıntılı ünlü geri zekalı oturmuş, bu şakamız üzerine makale yazmış, dolar fiatlarını Özal öncesi sisteme götürüp dondurursak neler olur neler diye..
Ruh hastaları ile uğraşacak halim yok..
Ama Gazi Erçel'e sorum devam ediyor..
Sivri biberin fiatı nasıl belirlenir?.
O sivri biberi satan adamın, altı kişilik bir ailesi, üniversitede okuyan bir oğlu, lisede okuyan bir kızı varsa, enflasyonu yüzde 70'lerde seyreden bir ülkede, bu vatandaşın ailesinin geçim marjı da fiata aksetmeyecek midir?.
Mesele sadece biber değil tabii..
Otomobil almayalım, otomobil fiatları düşsün. Uçağa binmeyelim, uçak fiatları düşsün. Kitap almayalım, kitap fiatları düşsün..
Enflasyonla mücadele bu kadar basitti de, dünya tarihinde niye bir ekonomist çıkıp, bu keşfi daha evvel yapamadı hayret!..
Biber tarladan çıkıp, soframıza gelene kadar, kaç ailenin geçim kaynağı oluyor hiç düşündünüz mü Bay Erçel..
Sivri biberi masadan kaldırdığınızda, o aileleri nasıl doyuracaksınız?.. Bu sorunun yanıtı var mı sizde?..
Özür!..
Lirik tarih beni öyle coşturdu, öyle mest etti ki, ipin ucunu kaçırdım. Palma yazı dizimin son bölümü de salıya kaldı böylece.. Kusura kalmazsınız değil mi?..