Statükonun, 312'nci maddeyi "tehlikeli" siyasetçileri yargı yoluyla bitirmenin aracı olarak kullanmasının yarattığı çarpık tabloya bakın: Yaklaşan Fazilet Partisi kongresinde mücadele eden iki kanat var; iki kanadın doğal liderleri de kongre salonuna giremiyor.
Mahkemeler her ikisinin de siyaset yapmasını yasaklamış ama Kongre aslında, bu iki siyasi yasaklının politik mücadelesi olarak geçiyor. Tabii çarpıklığın bu kadarı sadece Fazilet'i değil, bütün siyasi sistemi ve demokrasiyi fena halde zorluyor...
Kısacası bir yandan iç, bir yandan dış baskılar -özellikle de dış baskılar- derken, 312'nin suyu fena halde kaynıyor.
Recep Tayyip Erdoğan'dan sonra Erbakan'ın da 312'den hüküm giyip siyasal yasaklı haline gelişi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki pazarlıkta 312'nci maddeyi 69'uncu maddeden daha önemli bir hale getirdi bile.
Şimdi Fazilet Partisi var gücüyle 312'nin değişmesi için bastıracak. Ve bu maddenin değişmesini sadece bazı kişileri kurtarmak için değil, demokrasi anlayışları gereği istediğini vurgulayacak.
Ama bizler -daha iki yıl önce 312'nin değişmesinin Fazilet eliyle engellendiğini gayet iyi hatırlayan bizler- Fazilet yöneticilerinin artık ulaştıklarını söyledikleri bu demokrasi anlayışının parti tabanında ne kadar kabul gördüğünü bu laflara bakarak değil, asıl kongrede göreceğiz. Nasıl mı:
Evinde karısını-çocuğunu döven adamın, kahvede işkenceye karşı atıp tutması hiçbir anlam taşımaz. Kendi dersinde farklı görüşleri bastıran bir öğretmenin, Türkiye'de fikir özgürlüğünü savunması da öyle.
Tıpkı bunun gibi, kendi partisinde biat geleneğine devam kararı alan bir partinin, Türkiye için demokrasiden söz etmesi de pek komik kaçar.
Son zamanlarda Fazilet Partisi içinde filizlenen değişim talebini hepimiz merakla izliyoruz. Ama bu değişim talebinin ne kadar derinlere indiğini bilmiyoruz.
Fazilet Partisi delegasyonu bu kongrede, "Recai Kutan mı, Abdullah Gül mü?" sorusuna cevap verirken Kutan'la Gül arasında bir tercih yapmaktan çok öte bir tavrı yansıtmış olacak. Otuz yıldır gelenekselleşen bir siyaset yapma biçimine devam mı tamam mı dediğini ortaya koyacak.
Otuz yıldır süren bu gelenek, lidere biat geleneğidir. Biat geleneğinin özü körü körüne bağlılıktır. Bu gelenekte sorgulama değil itaat vardır; muhalefet değil sadakat esastır. "Tenkit bizim kültürümüzde yoktur" diyen Asiltürk'ün geleneğidir bu. Bu gelenekte göreve talip olmak ayıptır. Görev istenmez verilir. Seçim değil ancak istişare yapılır. İstişarenin sonucu da lider tarafından istendiği gibi yorumlanır. Bu gelenek yüzündendir ki, bu siyasi çizgi otuz yıldır bir tek kere bile iki adaylı bir kongre yapmamış, üstelik bununla övünmüştür.
Kongre delegasyonu, 14 Mayıs'ta bu geleneğe evet mi hayır mı dediğini ortaya koyarken aslında demokrasi konusundaki samimiyetini de ortaya koymuş olacak. "Biat geleneğine devam" derse, henüz demokrasinin çok uzağındayım, demiş olacak. Çünkü biat ve demokrasi bağdaşmaz. Ve bir parti kendi içinde biat geleneğini sürdürüp Türkiye için demokrasiyi savunamaz.
Biat cumhuriyetle de bağdaşmaz. Biat cumhuriyet öncesine ait bir kavramdır. Yurttaş biat etmez, teb'a biat eder. Üyeleri teb'a olan bir parti ise asla çağı kavrayan, Türkiye'yi anlayan ve kucaklayan çağdaş bir partiye dönüşemez.