kapat

14.03.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Gülhane Parkı'ndayız durumun farkındayız
Hayvanat Bahçesi bakımsız; kirden hayvanların asıl rengi seçilmiyor. Şaklaban maymunların bile keyfi yok

HAVANIN kışa çevirmesinden, karların yağmasından önce, hatırlayacaksınız, bahardan kalma şerbet gibi günler yaşadık. İşte o güneşli günlerden birinde Sirkeci taraflarında dolaşıyorum. Niyetim trene binip Florya'ya doğru uzanmak. Nispeten betonlaşmamış bir atmosferde "yalancı bahar" kokusunu tenhalıklar içerisinde koklamak.

Fakat efendim, boşuna dememişler "Neye niyet neye kısmet" diye... Tam Sirkeci Garı'nın önünde, sizden iyi olmasın, pek sevdiğim dostlarımdan ve Babıali'nin emektar kurtlarından Araratzade İsmet Bey ile hapahap karşılaşmayayım mı! Birbirimizi ne zamandır görmemişiz; kucaklaşıp hal hatır sorduk. Yaşça denk olmamıza rağmen o daha mesaiye havlu atmamış; gazetedeki vazifesine devam ediyor. Meğerse o gün o da izinli imiş, vakti de bolmuş.

"Pekala, pek güzel" dedim, "O halde haydi Florya'ya birlikte gidelim. Bir sahil lokantası buluruz, denize karşı şu latif havada iki duble çakıştırıp eskileri yadederiz?"

"Yoo," dedi, "Benim o kadar vaktim yok. Mısır Çarşısı'ndan bazı öte-beri ısmarladılar; onları alıp fazla gecikmeden eve yetiştireceğim. Fakat istersen Gülhane Parkı'na kadar uzanalım. Şöyle hoşça bir-iki saat geçiririz."

Neden olmasın a efendim? Bunca zamandır görmediğim dostumu mu kıracağım? Memnuniyetle kabul ettim; şimdi tramvay yolu olan Hüdavendigar Caddesi'nden, sohbet ede ede, Gülhane'ye doğru yola revan olduk.

KÖFTE-EKMEK
Parka geldik ki ne görelim; cümle kapısı önünde seyyar köftecilerden müteşekkil bir duvar örülmüş. Ben diyeyim 10, siz deyiniz 20 seyyar köfteci tezgahı kurulmuş. Izgaralarda cızır cızır köfte pişiriyorlar. Bir yandan da avaz avaz "Haydeee, köfte ekmeğe geeel!" diye bağırıyorlar. Köfte kokuları ortalığa yayılmış. Bizim zamanımızda bu sokak tezgahlarında yapılan köfteye, af buyrunuz, "tükrük köftesi" denirdi. Kötülemek için değil. espri olsun diye böyle derdik. Gençliğimizde bunu pek güzel ve temiz yapanlar vardı; taze ekmek içinde bol soğan eşliğinde afiyetle yerdik. Şimdi de canımız çekmedi değil. İsmet muzip muzip teklif etti: "Birader, gel şuradan yaptıralım birer çeyrek ekmek içi köfte!"

Fakat köftelerin manzarası bize pek itimat telkin etmedi. "Nemize lazım" deyip köfte sevdasından vazgeçtik. Duhuliye ücretlerini ödeyip parka girdik. Tatil günü olmamasına rağmen etraf tenha sayılmaz. Park ziyaretçileri daha ziyade kenar semtlerin sakinleri. Çoğu bıyıklı, saçları briyantinli delikanlılarla başörtülü, türbanlı hanım kızlar. Kimi el ele tutuşmuş romantik bir tarzda dolaşıyor. Kimi besbelli evli; yanlarında bebeklerini, küçük çocuklarını da getirmişler. Hayvanat bahçesi, bu insanlar için Gülhane Parkı'ndaki bir cazibe merkezi. Çünkü hepsi önce oraya seğirtiyorlar. Hayvanat bahçesindeki kafeslerin önünde insan öbekleri birikmiş. Bu bahse birazdan döneceğiz; önce kısaca parkın genel ahvalinden bahsetmek istiyorum.

Bizim gençlik yıllarımızda Gülhane Parkı tertemiz, yemyeşil, her zaman bakımlı bir yerdi. İstanbul'un en merkezi yerinde yemyeşil, denizin mavisinin ve tarihin buluşup kucaklaştığı harikulade bir soluklanma ve huzur noktası idi. O zamanlar Gülhane Parkı'nın en büyük hasletlerinden biri, sükuneti idi. Bir banka oturur, kuş cıvıltılarını dinleyerek başınızı dinlerdiniz.

ACILI ARABESK
Şimdi parkın yeşili azalmış. Ağaçlar cılız, bakımsız. Çimler kelleşmiş. Her tarafta çöp yığınları birikmiş. Sağda solda görünüşü iç açıcı olmayan, estetikten ve göz zevki okşamaktan nasibini almamış lahmacuncular, çay bahçeleri açılmış. Bunlar teyplerini ağızına kadar açmış, "acılı arabesk" çalıyor. Kuş seslerinin yerini, insanın kulak sağlığını tehdit eden bağırtı-çağırtılar almış. Ben hatırlarım; çocukluk yıllarımızda Gülhane Parkı'na zaman zaman dünyanın Medrano gibi en meşhur, en itibarlı sirkleri gelirdi. Bazen de kısa süreler için İtalyan, Fransız lunaparkları kurulurdu. En güzel giysilerini giymiş şık, pırıl pırıl insanlar ellerinden tuttukları çocukları ile gelir, bu konuk sirkleri, lunaparkları ziyaret eder, hoparlörlerden hafif hafif çalınan Viyana valslerinin, boleroların eşliğinde usulü dairesinde eğlenirdi. Gülhane Parkı'nda böyle avaz avaz müziğe, lahmacun kokularına, çöp dağlarına yer yoktu. Gülhane Parkı o zamanlar, İstanbul'un bir prestij köşesi idi. Şimdi bu halini görünce, doğrusu ya, yüreğimiz, kapıdaki ızgaralar üzerinde cızırdayan "tükrük köfteleri" gibi cız etti.

ASLAN, SÜKLÜM PÜKLÜM
Neyse efendim, uzatmayalım; gelelim Hayvanat Bahçesi'ne. Gülhane Parkı'nın Hayvanat Bahçesi pek büyük sayılmaz. Yine de maymundan ayıya, aslandan deveye kadar epeyce hayvan cinsi var. Fakat ekseriyeti kedi, köpek ve tavuk gibi günlük hayattan zaten pek yabancımız olmayan hayvanlar oluşturuyor. Bizi üzen şu oldu: Bütün hayvancıklar gayet bariz bir bakımsızlığın, perişanlığın hüznü içerisindeler. Van ve Siyam kedilerinin, çeşitli cinslerden köpeklerin kirden hakiki renkleri seçilmiyor. Hepsinin gözlerini çapak bürümüş, ağızları burunları yara içinde. İnsanın yüzüne "Bıktık artık bu sefaletten! Yok mu bizi kurtaracak?" dercesine, imdat ister gibi bakıyorlar. Ayıların tüyleri dökülmüş, maymunlar pisliğe garkolmuş. Aslan derseniz, bir deri bir kemik kalmış; canından bezmiş. Sanki, fukara Ormanlar Kralı'nı Hayvanat Bahçesi'nin maymun kadrosuna almışlar da; et yerine marul-havuçla besleniyormuş gibi bir perişanlık içerisinde. Hülasa açık havada özgürce gezinen tavuklar, kazlar ve tavus kuşu dışında hayatından memnun olan hayvan görmedik.

Oysa a efendim, hayvanat bahçeleri çok mühim yerlerdir. Küçük çocuklar doğa ile, hayvanlar alemi ile buralarda tanışırlar. "Hayat bilgisi"nin pratiğini buralarda yaparlar. Bunun için gelişmiş ülkeler hayvanat bahçelerine son derece büyük özen gösterir. Oralarda ormanların hakiki ortamını oluşturur. Hayvanlara kafes içinde olduklarını hissettirmez. Ziyaretçiler ve bilhassa çocuklar da kendilerini ormanda, o hayvanların ve bitkilerin doğal ortamı içindeymiş gibi hissederler. Böyle mükemmel bir doğa-insan iletişimi kurulur.

Bizim Gülhane'dekine ise, hayvanat bahçesi demeye bin şahit ister. Burası daha ziyade zavallı hayvanlar için kurulmuş bir temerküz kampına benziyor; hem yazık, hem günah.

DEVEYE "GEH KUÇU"...
Zaten hayvanat bahçelerimizin bu içler acısı düzensizliği, gayesizliği yüzünden, oraları ziyaret eden insanlar da hayvanları tanıyıp onların neyin nesi olduğunu kavrayamıyor. Mesela biz dolaşırken şuna şahit olduk: Genç bir baba, kucağındaki 2-3 yaşlarındaki çocuğuna deveyi gösterip şöyle dedi:

"Bak gördün mü, ne cici.."

Sonra deveyi, parmak uçlarını birbirine sürterek şöyle çağırdı:

"Geh kuçu kuçu!"

Bir de herkesin en çok tavukların, kazların dolaştığı çayırlığa toplanıp onları seyrettiğini müşahade ettik. Önce şaşırdık; sonra insanların tanıyıp bildikleri hayvanları seyredip çocuklarına onlar hakkında malumat vermesini tabii karşıladık.

İnşallah gün gelir, parklarımız ve hayvanat bahçelerimiz derbederlikten kurtulur; huzur içinde soluk alabileceğimiz, medeni mekanlar haline gelir.

Neyse efendim, daha fazla başınızı ağrıtmayıp lakırdıya bu haftalık burada nokta koyalım. Bu vesileyle sizlerin mübarek Kurban Bayramı'nızı kutluyorum.

Müşfik İSTANBULLU


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır