Kucak notları
Rasathane müdürlüğüne benzer meslekler var: Taksi şoförlüğü, berberlik, pazarcılık.
Bunlar, halkın nabzını tutma meslekleri.
Yerin altında neler olduğunu tahmine çalışan rasathane müdürleri gibi, bu meslekdekiler de toplumun alt katmanlarında olup bitenlerin ipuçlarını tutuyorlar. İsteyenlere de verebilirler.
Kimlere?
Elbette asıl mesleği bu nabzı iyi tutmaları gerekli olanlara. Yani, gazetecilere, toplum bilimcilere, politikacılara.
***
Hangi toplum bilimci, toplumda olup bitenlerin ipuçlarını, bir pazarcı kadar renkli, engin ve zengin örneklerle önünüze koyabilir?
- Abi, bu cep telefonu salgını var ya, halkımızdaki cinnet tekrarının işareti.. Ya da cep fiyakasına kurban olduğumuzun tekrarı.
- Anlamadım!
- Benzer cinneti bundan on-onbeş yıl önce de filtreli Amerikan cigarasına yönelirken, ciğerlerimizi ve gömlek ceplerimizi onlara teslim ederken yaşamıştık.
- Eee..
- Sonunda yerli cigaralarımızı sildik. Kendi tütünümüzü yok ettik. Milyarlarca doları dışarıya akıtıyoruz. Şimdi sıra yine cepte. O sırada dudağa Amerikan filtrelisi koyacağız diyeydi, şimdi de kulağa cep telefonu için..
- Cep telefonu da artık bir gereksinme ama.
- Bırak abi! Orta mektep talebesinin, işçinin, memurun neyine cep telefonu?
- Her şey zenginin mi olsun?
- Yapma abi, Balıkçı Murtaza'nın neyine, benim neyime. Hem bir memlekette telli telefondan daha fazla cep telefonu olur mu?
- Ama insanlar alıyor ve mutlu oluyorsa...
- Öyle sanıyorlar. Peki alıyorlar, ama hiç değilse, biraz korunsalar.
- Korunmuyorlar mı?
- Müşteriyi bu kadar kötü, en kötü pazarcı bile kazıklamaz be abi. Ama biz herhalde ömrü billah kucaktan inmeyeceğiz.
***
Cep telefonunun çarşı pazardaki yankısı böyle. Kucağa almak, kucaktan inmemek demek, elbette o konuda, çocuk mumalelesi yapılması demek.
Rastlantıya bakın ki Arjantin'in eski Ankara büyükelçisi de aynı sözü, bundan beş yıl önce Buenos Aires'te, ülkelerindeki telekom özelleşmesiyle ilgili söylemişti:
- Telecom sistemimiz özelleşti. Ama tüketiciye atılacak kazığa karşı hiç önlem alınmadan. İki yabancı firma bastırdı parayı bütün sistemi ele geçirdi. Bir ay geçmeden yüzbinlerce aboneye şantaj gibi bir tebligat çıkattı: "Abone başına bin dolar deposit yatırmayana servis sunulmayacak!" dedi ve daha işin başında verdiğinin yarısını geri aldı bile.
Türkçe de konuşan eski Büyükelçi ardında da eklemişti:
"Bu halk hep kucakta"
***
Türkiye'de de yüzbinlerce cep telefonu abonesine, haksız ve karşılıksız milyonlarca lira "sabit ücret" salınması, Arjantin modelinden de beter bir "kucağa alma" tangosu olmalı.
Bu konuda TBMM Başkanlık kürsüsünde Başkanvekili Murat Sökmenoğlu'nun geçenlerde sergilediği haklı isyana kulak vermek gerek:
"Yok mudur bu adaletsizliğe, dur diyecek bir yetkili organ?"
Evet, adaletin binbir tanımı var.
Ama en kestirmesi, en halkça (ve belki de hakça) olanı herhalde şu:
- Adalet, vatandaşın eşek yerine koyulmasını önlemektir.
***
Adaletin bu tanımı çok önemli. Bu yüzden, TBMM'de katip üye elindeki önergeleri oturarak okuyamıyor.
Oturmak isterse, adalet yerini bulsun diye, oylama yapılıyor:
- Sayın katip üyenin önergeleri oturarak okumasını oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler.. Etmeyenler..
Katip üye oylamasız oturursa milletvekillerine, dolayısıyla millete saygısızlık yapmış sayılıyor. Bu yüzden de zinhar böyle bir adaletsizlik söz konusu olamıyor.
Ama milletvekillerinin oturacağı koltukları değiştirmek için trilyonlar harcanırken, her hangi bir oylama yapılmıyor.
Hatta haber bile verilmiyor. (Tıpkı cep telefonlarındaki "sabit ücret" gibi.)
Neden?
Belki de kucağa oturmakla, koltuğa oturmak aynı kapıya çıktığından.