Çünkü "Aşk, şehvetin edebiyatıdır.." diyen büyüğümüz şu anda kutsal bir mekânda ebedi uykusunda.. Adım gibi biliyorum ki bu lafı ettiğinden ötürü kimse ona bulaşmaya cesaret edemez.. Eğer bu lafı bencağız etmiş olsaydım, şimdiye kadar Tüfekçi Bekir'in yakası çoktan yırtılmıştı..
Özel özel günler..
Bizim ahali, kendisine ihsan edilen bir çift gözü katiyen okumak için kullanmaz.. Eğer kitap neyim okursa kafasından böcü çıkacağına inanır.. Ayrıca gözlerinin bozulacağına olan imanı da sağlamdır..
O sebepten kitap sayfalarına bakıcağına, eline yüz gram kabak çekirdeği alıp çıtlata çıtlata yerken, sağa sola bakmayı tercih eder.. Zihinsel kalkınmasını böylece "rasat" yoluyla tamamlar..
Hal böyle olunca da ahaliyi kandırması, yönlendirmesi kolay olur..
Yarın bir iki medya leşkeri akıl edip "Şu ahalinin enişteler günü eksik, böyle bir gün icat etsek ne ola?" diye yazı yazsa, aylık kadın dergileri de "filanca tarih enişteler günü, eniştenize kendinizi sebepsiz yere öptürün.." diye bastırsa, iş bitti..
Durduk yerde bir de "Enişteler Günümüz" olur.. Analar gününü de böyle ağır ağır sokuşturdular günlük hayatımıza..
Bre imansızlar, insan anasını ille de "Analar gününde" mi sever? Elbette her daim sever ama her dakika hediye alması için sebep bulamaz.. İlla ki özel bir gün olacak ki mağazalar şenlik yapsın..
Bu iş memleketimizi yeni yeni sararken çok direndik.. İlk başlarda anamıza hediye filan almıyorduk.. Kadıncağız suratını döktüğü zaman da onu ikna etmek için diller döküyorduk..
Dil dökme konusunda hızını alamayıp, tezini daha kuvvetli kılmak için Karl Marks'tan, Lenin'den alıntılar yapan arkadaşlarımız dahi vardı..
- "Anneciğim bak.. Kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu toplumlarda sermaye sahipleri bizim gibi emeği ile yaşayanları bilinçli olarak tüketime yönlendiriyor.. Lenin bu konuyu çok açık anlatmış.."
- "Lenin'in de gözü kör olsun senin de.. Seni doğuracağıma taş doğursaydım.."
Seviyorum o kadeeer!
Analar Günü konusunda çoktan pes ettik.. Ardından bu Sevgililer Günü vak'ası patladı.. Ülen bizim kuşağın doğru dürüst sevgilisi olmamıştır ki..
Kimin gözü ilk kime değerse ona aşık olurdu.. Kim kimin elini tutsa "aman namusu pây'mâl oldu.." deyip, kendini evlenmek mecburiyetinde hissederdi..
Öyle flört filan da bilinmezdi.. Yiğit kısmından biri, saçı uzunlardan birini beğendiğinde sığınacak ev arayan sokak köpeği gibi peşine takılır, uzaktan uzağa takip ederdi.. O kadar..
Tabii bu durum çoğu zaman hıra güre yol açardı..
Bir kere yazmıştım, yeni karilerimiz için bir kere daha yazayım.. Üniversitede Kağızmanlı bir arkadaşımız da bu hallere düşmüştü.. Mahalleden bir kızı görmüş o günden beri de iflah olmamış..
Sabah akşam kızın peşinde dolaşıp, geriye kalan boş zamanlarını değerlendirmek için de kahvede "Oooof!" çekiyor.. Arkadaşlar "Bu iş böyle olmaz.." deyip duruma müdahale ettiler..
Sen bu kızı seviyor musun? Heee! O zaman git konuş.. Nasıl?
Eh, bu aklı verenler elbet nasıl konuşacağını da tarif edecekler.. Lakin oğlan o kadar asosyal ki bu konuda bir temel eğitim verilmeye kalkışılsa üç beş sene sürecek..
Arkadaşlar "En iyisi bir formül bulup belletelim.." fikrinden gittiler.. Oğlana akıl verdiler..
- "Kızı gördüğünde yanına gidersin.. Onu sevdiğini, çok beğendiğini söylersin.. Niyetinin ciddi olduğunu belirtmek için de (Sizinle flört edip eğlenmek niyetinde değilim, ciddi olduğumu anlatmak için randevu istiyorum..) dersin.. Tamam mı?"
- "Tamam.."
Bizim Kağızmanlı arkadaş söyleneni aynen yapmış ama kantinde, kahvede çektiği "Ooofff!"lar azalacağına ikiye katlandı.. Arkadaşlar da verdikleri taktiğin işe yarayıp yaramadığı konusunda merakta..
Bizimkini bir kenara çekip sorgulamışlar.. "Konuştun mu? Ne söyledin, nasıl söyledin.." diye.. Arkadaşımız bütün ciddiyeti ile durumu anlatmış.. Anlattığına göre de olay şöyle gelişmiş.. Kızı yolda yakalayıp önünü kesmiş.. Elini kalbine koyup lafa başlamış:
- "Seni seviyorum o kadeeer.."
Yani seni o kadar çok seviyorum ki.. Arkasından flörttü, randevuydu laflarını etmesi lazım.. Aklında kaldığı kadarı ile söylemiş..
- "Senden randıman da istemiyorum.. Anamı gönderiyorum, kendine mukayyet ol o kadeer.."
Kağızmanlı arkadaşımızın kadersizliği işte..
O vakitler Sevgililer Günü icat edilmiş olsaydı, kızı çarşıda durdurup lügat paralamasına gerek kalmazdı.. Aylık kadın dergilerinden bir tane tedarik eder.. Orada bulacağı fiyakalı bir cümleyi alır, 14 Şubat tarihli gazetelerin birine ilân-ı aşk niyetine verirdi..
İlânı sevimli bir çerçeve içine alıp üzerine de iki tane yana yıkık kalp resmi koydurdu mu tamam.. Sevginin görkeminden hislenecek olan kızın eli ayağı kesilirdi..
Sevgililer Günü olayını getirdikleri yere kalben muhalifim ama bizim Kağızmanlı arkadaşın kara talihi aklıma geldikçe de "Acaba" demekten kendimi alamıyorum..