Dünya her zamanki gibi dönmeyi sürdürüyor. Ancak, hepimizin ezberi bozuluyor. Neden derseniz, her alanda başını almış olan değişim rüzgarları "ilk"leri sürekli kılıyor. Bir yandan, rekorlar hızla yeniden kırılıyor. Yeni bir dünyanın temelleri atılıyor. Öte yandan da bildik sorunlar, insanlık ayıpları ve kırgınlıklar bir türlü çözümlenemiyor.
Bu hafta dünyanın dönüş hızı ve değişimin ivmesi açısından oldukça ilginç geçti. Öncelikle ABD'deki başkanlık seçiminin ilk ayağında oğul Bush'un, iki eyaletteki önseçimde diğer Cumhuriyetçi aday Mc Cain'in arkasında yer alması, bu ülkenin politik dinamiklerini yakından etkiliyor.
İlk dönemden beri Demokratlar'ın Başbakanlık seçimlerini kazanmış olması, bu kez Cumhuriyetçiler'in oy potansiyelini arttıran bir faktör. Ancak Mc Cain, ABD halkınca yeni yeni tanınmaya başlanan bir politikacı ve yeni kazanılmış popülerliğini Cumhuriyetçi Parti'nin alışılagelmiş karakterine karşı çıkmaya borçlu. Demokratlar cephesinde ise, diğer aday Bradley'ı şimdilik geride bırakan Gore'un şansının yükseldiği görülüyor.
Diğer coğrafyalara baktığımızda, Kosova'da etnik çatışmaların bitmediği, Rusya'nın Çeçenistan'dan vazgeçmediği göze çarpıyor.
Türkiye ile Yunanistan 'yeni keşfedilmiş' dostluklarını yudumlarken, AB çerçevesinde sürdürülen ilişkilerin öncesinden farklı bir boyut yakaladığı fark ediliyor.
Avusturya'da sağcı partilerin koalisyonuna ülke içinden ve dışından gelen reaksiyon ise, uluslararası kamuoyunun hassasiyetinin ulusal politikaları ne denli etkilediğini gösteriyor.
Ancak aynı hassasiyet, belli ülkelerin veya ülkeler topluluklarının Balkanlar, Ortadoğu veya Afrika'daki benzer ihlallere olan kayıtsızlığını değiştirmeyerek, politikanın halen bir güçler dengesi olduğunu bize yeniden hatırlatıyor.
Davos sonrasında Avrupa'nın Internet'li yaşam ve e-ticaret gibi konularda geride kaldığı vurgulanadursun, kablosuz iletişimin en önemli atakları ise bu kıtadan çıkıyor.
Büyüklüğüyle tarihin en dev birleşmesi olarak adlandırılan AOL-Time Warner'ı geride bırakan Vodafone-Mannesman anlaşması, İngiltere ve Almanya gibi iş kültürü anlamında pek de uyuşmayan iki ülkenin telekom ve iletişim sektörlerini yakınlaştırması açısından ilginç.
Vodafone tarafından yapılan teklife 3 aydır direnen Mannesman, sonuçta şirketin 198 milyar dolarlık biçtiği değere 'evet' demek zorunda kaldı. İki şirket birleşince, Asya ve Güney Amerika pazarlarına yayılma planları gündemde. Vodafone ve Mannesman'ın birlikteliği sonucunda 31 milyonu İngiltere'de olmak üzere 42 milyonluk bir müşteri kitlesine hitap edecekler.
Dünyada hem politik, hem de ekonomik anlamda büyük ve daha büyüğün ön plana çıktığını görüyoruz. Ulusal başarılar, bölgesel bir ağ ile beslendiğinde, kalıcılığı oluyor. Şirketler büyüdükçe ve uluslararası boyutta yarıştıkça, bu boyuta ulaşamayanlar er veya geç yarışı terk edecekler.
Ülkeler de aynı kaderi paylaşıyor. Kendi başına güçlü olabilecek bir ülke kalmadı gibi birşey. Ülkeler, ancak belli çokuluslu oluşumlarda yer aldıkça, mevcut güçlerini perçinleyebiliyorlar.
Dünya, yaşanan iletişim devrimiyle bir ölçüde küresel bir köye dönüşüyor. Yine de, daha büyük ölçüde, güçlünün de ötesinde, her anlamda 'çok güçlü'nün yumruğu altında şekillenmeyi sürdürüyor.