kapat

05.02.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
S u p e r o n l i n e
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Ortaköy tepelerindeki yıkık ahşap villa

Göztepe'den İstanbul'un Batı yakasına arabayla Atatürk Köprüsü'nden geçer geçmez, sağdaki Beşiktaş yönüne ayrılan ilk sapağa gelmeden önce, Ortaköy tepelerindeki Naima Sultan Korusu'nun, çevre yolundan da görünen doruğunda; kapısı penceresi pesperişan, yıkılıp dökülmüş, koyu pembeyle hafif vişne çürüğü karışımı ahşap bir villaya takılıyor gözlerim her zaman...

3-5 yıl öncesine kadar önü Türk bayraklı bir karakoldu orası..

Ya daha önce?

Ya daha önce? Arabanın içinden gözlerim o yıkık dökük, eski villaya takıldıkça, Yusuf Ziya'nın gençlik yıllarında ailesine ait ahşap bir ev için yazdığı çocuksu bir şiir geliyor aklıma:

Bazen fikrim bir hülyaya dalar da

Düşünür derim ki bu odalarda

Kimbilir kaş kişi oturmuş yatmış?

Şimdi yıkık dökük görünen o villa, vaktiyle Milliyet gazetesinin eski sahibi Ercüment Karacan'ın, büyük bir tutkuyla benimsediği özel villasıydı.

Gazetede çalışanlar arasında oraya akşam yemeğine davet edilmek büyük onur sayılır; ama böyle bir onura layık görülmüş olanlar, asla kapı yoldaşlarına söz etmezlerdi bundan...

Söz etmemelerinin nedeni, kıskançlık çekmemek değildi sadece. Patronun aşırı yakın adamı olarak görünmek de, mesleki özerklik açısından pek olumlu sayılmazdı çalışanlar arasında...

Sadece rahmetli bir Abdi İpekçi, dışındaydı bunun. O elbet de sabah akşam birlikte olmak zorundaydı Ercüment Karacan'la... Koskoca gazetenin baş sorumlusuydu Abdi...

Karacan, sanırım gazete içi davetlerinde dengeleri de korurdu.

Herhalde bazen spor servisinin ünlü şefi rahmetli Namık Sevig'i de çağırırdı, keskin mizanpaj ustası rahmetli Turhan Aytul'u da, o tarihlerdeki gazetenin en yeni yazarı Hasan Pulur'u da.. Tabii o zamanlar da şanı şöhreti yine çok büyük kanatlı olan Halit Kıvanç'ı da...

Ben de bir kaçkez davet edilmiştim. Bir seferinde de, uzayan bir tartışma sonucu öylesine sarhoş olmuştum ki, rahmetli Karacan kendi arabasıyla Ortaköy tepelerinden ta Menekşe'deki Basınköy'e kadar getirip beni evime bizzat bırakmak zorunda kalmıştı.

Zaten aramızdaki yaş farkı da 6 yıl kadardı.

Babası Ali Naci Karacan, büyük zorluklarla çıkarmaya çalıştığı ilk Milliyet'i, temelden yenilemeye kalktığı zaman; kendi yaşıtdaşı olan yazarlarla çalışmayı yeğlemişti, Refi Cevat Ulunay gibi, Peyami Sefa gibi...

Ali Naci henüz 59'undayken dünyadan ayrılınca, Ercüment Karacan nerdeyse kendisinin doğumunu bilen kalemlerin orkestra şefi olmuştu...

O sıralarda Peyami Sefa da ayrılmıştı Milliyet'ten...

Ercüment Bey, kendinden daha genç bir yazı emekçisini yeğleme eğilimindeydi...

Turhan Aytul söz etmişti benden. Abdi İpekçi de çok olumlu karşılamıştı öneriyi...

1959 Haziran'ında Galatasaray'ın pilav gününde Abdi ile buluştuk ve bahçe banklarından birine karşılıklı ata biner gibi oturup, konuyu görüştük...

Meslek serüveninin 1946-59 arası Ankara'da sürmüş olan bölümü artık sona eriyor ve İstanbul'a taşınıyorduk. Hem de Peyami gibi usta bir kalemin yerine yazmaya başlayarak...

Babıali önce biraz şaşırdı, sonra alıştı.

Göztepe'ten arabayla karşı tarafa giderken Atatürk Köprüsü'nü geçince gözlerim Ortaköy koruları içindeki o yıkık dökük ahşap villaya takılıyor...

Artık iyice geçmişte kalmış çeşitli anılarla, bir çoğu dünyadan ayrılmış bulunan dostlar, o döküntü ahşap evden ellerini sallıyorlar sanki...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır