Güzelliği buram buram tütüyordu genç kadının... Eski Kumkapı meyhanesinin göbeğinde bir yanardağ; Siyah gür saçları Pompei, dudaklar lav kırmızı... Gülüyordu kızıl güller saçarcasına...
Birden simsiyah kocaman gözleri açıldı. "Dur" dercesine kaldırdı elini. Şak!.. Güçlü, çok güçlü ışık sihiri yok etti.
Zeytin gözlü, lav dudaklı kadının yanındaki erkek kalktı: "-Ver onu bana" dedi. Güçlü ışığı şaklatan adam: "-Olmaz, o benim namusum" diyerek şiddetle karşı koydu. Diğeri atak yaptı:
-Ver diyorum!..
-Ne var bunda? Neden telaşlandınız?
-Telaşlanmadık. Yanlış yorumlara yol açacaksınız.
"Ver, vermem" derken itiş kakış. Çekiştirilen fotoğraf makinesiydi. Az önceki korkunç ışığı saçan flaşıyla makine kapanın elinde kaldı. Küskün, ağlamaklı kalakaldı fotoğrafçı. O bir gazeteciydi. Haberini zorla almışlardı elinden...
-Bunu yapamazsınız.., diye söyleniyordu. Nafile. Makine açılmış, film gün ışığına çıkarılmış, çektiği görüntüler geri dönmemek üzere uçup gitmişti.
Foto muhabirinin adı Faruk Temeltaş idi. Deneyimli, beyfendi, başarılı bir gazeteci.
Makineyi zorla elinden alan kişi rejisördü. Duygu Sağıoğlu'ydu adı. Akademisyen, yürekli dost, farklı bir sinemacı.
"Dudakları lav kırmızı" güzel kadının adı ise Türkan Şoray'dı. 22 yaşında ve şöhretinin zirvesinde sinema yıldızı.
Ortada fotoğraf çekilmesine kızılacak durum yoktu. Türkan Şoray Kumkapı'da film çeviriyordu. Çekimler tamamlanmıştı. Akşam oluyordu, acıkmışlardı. Kumkapı'yı iyi bilen rejisör Duygu Sağıroğlu "Haydi Agop'a gidelim" demişti. Ekrem Bora, Suzan Avcı hep birlikte oturmuşlardı. Duygu ile Ekrem "Kör Agop'a gelinir de, iki tek atmadan gidilir mi?" diyerek siparişi vermişlerdi. İlk duble rakılar atılmıştı ki, gazeteci Faruk Temeltaş meyhaneye girdi, flaşını patlattı.
Kızdılar fotoğraflarının çekilmesine... Özel bir andı. Film sahnesi değildi. Masada mezeler, rakı kadehleri vardı. Durum yanlış yorumlanabilirdi. Dört meslektaşdı onlar... Rejisör Sağıroğlu, aktör Ekrem Bora ve Türkiye'nin Marilyn Monroe'si Suzan Avcı ile Türkan Şoray. Hem Türkan Şoray içki de içmezdi. Suzan Avcı da soda içmekteydi. Ya yanlış anlaşılırsa... İşte bu yüzden "filmi ver" diyordu Duygu Sağıroğlu ve filmin set amiri.
Sonra epey tartışıldı bu olay. Gazeteci "Görevimi yapıyordum" diyordu. Duygu Sağıroğlu da "-Film çekmiyorduk. Yemek yiyorduk. Özel hayat sınırı aşılmaz" demekteydi.
Türkan Şoray "-Muhabir beyi tanımıyordum. Neden fotoğrafımızın çekildiğini anlamadım" demişti.
Yıl 1967 idi, aylardan Temmuz, günlerden cumartesi, saat akşamın altı buçuğu..
Türkan Şoray'ı 35 yıldır tanırım. Paparazzilik duruma kendini asla düşürmez. Dengeli, ağır hanımefendidir. Ama şöhreti büyük, yemek yese bile haber oluyor.
Olayın yaşandığı yer Kumkapı'nın unutulmaz Cansız Balık meyhanesiydi. Orası aslında sahibinin adıyla anılırdı: Kör Agop'un meyhanesi... Kör Agop adı Kumkapı ile özdeşleşmiştir. Agop, lezzetine erişilmez balık çorbası kadar esprileriyle de tanınırdı.
Çoktan yitirdiğimiz Kör Agop'u her anışımda Erce ile Kumkapı günlerimize dalar giderim. Kumkapı yokuşunun biraz üstünde oturan Mimar Mehmet arkadaşımı hatırlarım. O evde, rejisör Duygu Sağıroğlu'yla sabahlara kadar onlarca bardak çay içerek sanat muhabbeti yapan Mehmet Tataroğlu arkadaşım... Hani tombul popolu çaydanlığa "tög" adını takan Mehmet ile Duygu... Mehmet dünya çapında mimar, Duygu sanat dünyasının unutulmazı, Erce ise Amerika'da ünlü yazar... Onun kitaplarını bulmak istiyorsanız adresi şöyle: www.barnesandnoble.com ve sonra "search"e Erje Ayden yazıp tıklayın.
Erce ile Kumkapı'ya gittiğimiz yıllarda çocuk yaştaydık. 1959'da Erce'yi Amerika'ya yolcu edişimiz ve o yıl:
Unutulmaz futbolcu arkadaşım Metin Oktay'ın İzmir sosyetesinin yıldızı güzel Oya ile evlenmesi heyecan vericiydi.
Sonra ne olmuştu 1959'ta?
Bir kaç gün önce 19 Aralık 2000'de dünyaya veda eden Sevim Çağlayan 1959'da gönüllere hükmediyordu. Ankara Göl Gazinosu'nda assolistti. Sıcak, esprili, dobra kadındı. Dönemin Meclis Başkanı Refik Koraltan'a rica etmişti:
-Efendim, gölün üstünde köprü yok, etrafından dolanmak beni çok yoruyor. Oraya bir köprü yaptırsanız n'olur. Ben de otomobilimle park kapısına kadar gelir, köprüden hop diye gazinoya geçerim...
O köprünün yapılması için gazino sahibi Necdet Yazar (Gönül Yazar'ın ilk eşi) ne uğraşmıştı. Belediye asla izin vermiyordu. Ancaaaak; Şahane Kadın Sevim Çağlayan dileyince olmuştu. Iki gün sonra köprü inşaatına başlandı. O köprüden bu gün her geçen Sevim Çağlayan'ı hatırlasın... Dilerse o kimsesize bir de Fatiha okusun... Çünkü; bir zamanların süper şöhretinin cenazesine bile üç beş vefalı dostu geldi sadece...
1958'den 1959'a giderken gazetecilerin kontesi Leyla Umar, Refik Erduran ile evleniyordu. Dönemin Aralık, Ocak ve Şubat ayları şöhretlerin evlilik zamanıydı. Selahattin Beyazıd, Mehmet Cemal evlenmişlerdi.
Ve sosyetenin zarif kızı Berna Sadıkoğlu gazeteci ağabeyimiz Cumhuriyet yazarı Feyyaz Tokar ile evlenirken Nadir Nadi ile Sabahattin Kerimoğlu şahitliklerini yaptğlar. Nikahı kıyan ise İstanbul Belediye Başkanı Kemal Aygün idi.
Geçenlerde rahmetli Kemal Aygün'ü yazdım. İstanbul Valisi ile viski içtiği konu arasında geçmişti. Kızı Baysan Bayar hanımefendi kırgın ve acı bir faks gönderdi. Üzüldüm. "Babam şeker hastasıydı, ağzına asla içki koymazdı" diyordu. Elbette doğrudur. Benim istihbaratım yanlıştı demek. Özür dileyerek düzeltirim.
Ayrıca "Babam size ne yaptı" diye soruyor hanımefendi. Kemal Aygün'e kinli olduğumu sanıyorlar. Asla. Kin tutamayan biriyim ben... Hele Kemal beye..
Rahmetle anarken Kemal Aygün'ün, dürüstlüğüne ve ciddiyetine, cesaretine bir örnek vereyim:
1959'da Türkiye'de siyaset çok kızgındı. İktidar Demokrat Parti, muhalifi CHP'ye ağır hücumlar yapıyordu. İktidarın başları demokrasi çizgisinden iyice ayrılmışlardı. Bu sırada Kemal Aygün, çok saygın kişiliğinden ve halk sevdiğinden ötürü İstanbul Belediye Başkanı yapıldı.
Bir pürüz(!) vardı. Parti'ye kayıtlı değildi. Doğrusu hatır zoruyla partiye kayıtlanarak il başkanlığına da getirildi. Tarafsız kalmak isteyen Kemal bey mutlu değildi. Hatta eşi Sevim Aygün'ün de keyfi kaçmış, daima gülen yüzü gülmez olmuştu.
O sıralar parti büyüklerine karşı çıkmak, silinmek demekti. Demokrat Parti ilk icraatı olarak Türkçe ezanı Arapça'ya çevirtmek, irticayı hortlatmakla suçlanıyordu. İstanbul'un Kurtuluş Günü yemeğinde, resmi zevatın önünde Kemal Aygün ezanın Türkçe okunmasından yana olduğunu açıkça söylemişti.
Kemal Aygün fakir babası, çağdaş, namuslu, güler yüzlü bir insandı. Nur içinde yatsın. Onu kötülemek günah olur.
Kızı Sayın Baysan Bayar hanımefendi müsterih olun. Babanız Kemal bey ardında şerefli bir isim bırakmıştır. Özelleştirme İdaresinin başındaki oğlunuz Uğur Bayar da, dedesi gibi ülkesini seven bir yönetici olduğunu gösteriyor.