Türkiye'de hiçbirşey göründüğü gibi değildir. Türkiye ile ilgili yabancı dildeki uzman yayınlarında sık sık raslanan bir cümle bu. Bu cümleyi kullanan her metni dikkatle okurum ben; zira, bu cümle Türkiye'nin "künhü"ne varıldığının göstergesidir.
Aslında bu, Türkiye'nin "açık toplum" olmadığının, karanlık işlere uygun yapısının zarif biçimde ifade edilmesinden başka bir şey değildir.
Evet, Türkiye'de hiçbirşey göründüğü gibi olmadığı için, her önemli gelişmeye ilişkin olarak kafası çalışan her insanda duyduklarına dair bir kuşku ve dolayısıyla "perde arkası"nı öğrenmeye merak vardır.
Bunca olayın "perde arkası"nı öğrenebilecek kadar gelişmelere yakın ve süre olarak yeterince uzun yaşamış benim gibi birisine, her heyecan verici yeni gelişme -bu, Türkiye'de sık sık olur- haliyle, "neden şimdi", "bu işin ardında ne var" ve "buradan nereye varılmak isteniyor" sorularını ardı ardına sordurur.
Mesela, Hizbullah'ın tüm vahşetiyle ortaya çıkarılması ve çorap gibi sökülmesi niçin İran Dışişleri Bakanı Kemal Harraz”'nin Ankara ziyaretine denk geldi? Hizbullah'ın İran ile bağlantısı ileri sürüldüğüne göre, bu gelişme niye Harraz” ziyaretiyle eş zamanlı oldu?
Gerçi, Harraz”, Cumhurbaşkanı Hatem” ile aynı kanattan sayılıyor. Hizbullah ise, Hatem”'yle (veya onu destekleyen geniş toplum kesimleriyle) dişediş mücadele eden "İran derin devleti" ile bağlantılı. Türkiye'yi gayet yakından izleyen ve İsrail lobisinden bir dostum, "Sizin generallerin, öyle Hamane”-Hatem” ayrımı yapacaklarını sanmam" dedi. "Bizim generaller"in, Hizbullah'a yönelik operasyonla ilgisini pek kuramadım. Ancak, sonra "Türkiye'de hiçbirşey göründüğü gibi değildir" kuralını hatırlayınca, bu kez aklıma, acaba Hizbullah operasyonu ile başlayan bu temizlik, devletin içine, hukuk dışına düşmüş olan odakların tasfiyesine kadar uzanacak mı, sorusu takıldı.
Çünkü nereden baksanız, Hizbullah'ın PKK'ya karşı devlet yapısı içinde bazı önemli odaklar tarafından palazlandırıldığı herkesin dilinde. Zaten bu Hüseyin Velioğlu adı bize yabancı değil. Yıllar önce Aktüel dergisinde, gerek Hüseyin Velioğlu, gerekse Hizbullah'ın içindeki bölünmeler ve "kim kimdir" konulu upuzun bir yazı yayınlanmıştı.
Basının bildiğini güvenlik birimleri bilmez mi? Peki, nasıl oluyor da, o günden bugünlere Hizbullah'ın bunca cinayet işlemesi mümkün olabildi? Hafta başında Beykoz'da kıstırılan Hüseyin Velioğlu, nasıl oldu da, daha önce bertaraf edilmedi? Hizbullah ile Jitem arasındaki ilişkilere ne demeli? Hüseyin Velioğlu ile Yeşil arasındaki bağlantılan söz ediliyor. Susurluk, nasıl hasıraltı edildi? Devlet yapısı içinde kimler hukuk dışına çıktı? Bunların üstü örtüldüğü takdirde, Türkiye'nin AB adaylığı bir "ebed” adaylık" halinde kalabilir.
Yani, İtalya'da Andreotti ve Craxi gibi başbakanların başını yiyen skandalların ve mafya bağlantılarının açığa çıkartılması gibi; Yunanistan'da Öcalan vesilesiyle Pangalos ve "Yunan derin devleti"nde önemli yer tutan istihbarat kuruluşu yöneticilerinin ayıklanması gibi; acaba bizde de benzer bir süreç mi başlıyor?
Bazı şaşkınlar, olan-bitenden 28 Şubat'a meşruiyet çıkarma hevesine kapılmış durumdalar. Hizbullah operasyonu ile "irtica tehlikesi"nin boyutlarının doğrulandığını anlatmaya çalışıyorlar. Oysa, tam tersine, Hizbullah ile 28 Şubat arasında "ensest" bir ilişki söz konusu.
Hizbullah'ı palazlandırıp, bir cinayet makinası haline dönüşmesinde başrolü oynayanlar, 28 Şubat'ta ne rol aldılar? Bir hafızanızı yoklayın bakalım. Susurluk, üzerine 28 Şubat'ın gelmesiyle örtbas edilmedi mi?
Üstelik, 28 Şubat'ta hukuk dışına çıkılmasının, kanun ihlalinin bizzat üniformalı bir grup tarafından yapıldığını unuttuk mu? Yayını kanunen yasak olan MGK kararları çarşaf çarşaf gazetelerde yayınlanmadı mı? Kim sızdırdı onları? Gizlilik taşıyan hazırlık soruşturmaları, iftira haline dönüştürülerek gazetelerde yayınlattırılmadı mı? "Tepe"si böylesine hukuk tanımayan bir ülkenin altından da işte böyle Hizbullah gibi cinayet makinaları çıkar. Umalım ki, Hizbullah'ın tepelenmesi, tepedeki temizliğin başlangıcı olsun...