Meclis'in başağrısı
Meclis, yarın yeni yılın ilk toplantısıyla açılıyor. 2000'e kararlı ve önemli adımlar atarak başlayan Türkiye için başka düzenlemeler gerekli.
Ama bu arada TBMM'nin de kendi içinde küçük bir düzenlemeye gereksinimi var.
Artık Meclis'in o tarihine, o ciddiyetine, o yüceliğine uygun eski salonunu geriye getirmek mümkün değil.
Milletvekillerinden hiçbirinin oyu ve onayı alınmadan, kitabına uydurularak, hesapsızca, sorumsuzca ve çok afedersiniz biraz da hödükçe harcanan trilyonlar uçtu gitti.
Sonunda ortaya çıkan çok zengin bir taşra otelinin beş yıldızlı balo salonunu anımsatan bu cırtlak kırmızılı salonu, yeni trilyonları sokağa atmamak için korumak ve sevmek zorundayız.
Ama bir yıllık deneyim ortaya koydu ki salonda küçük bir düzenleme artık şart.
Hatip kürsüsünün yeri değiştirilmelidir.
Görüşmelerde ekranlara da yansıyan, yolgeçen hanı sahanlığını andıran bugünkü yerinden kaldırılmalıdır.
Kürsü hangi akla hizmetse, ayak altına ve ortalık bir yere kondurulmuştur. Bu kürsüden söylenenlerin önemini de ağırlığını da sakatlamaktadır.
AYAK ALIŞKANLIĞI
Meclis'in görevi, yürütme organını, hükümeti denetlemek ve eleştirmektir. Oysa Meclis kürsüsüne "çıkan" muhalefet sözcüsünün başbakana ve bakanlarına hitap ederek konuşma olanağı yoktur.
Çünkü hükümet sıraları kürsünün ve konuşmacının arkasındadır.
Hatibin Başbakan'a ve Bakanlarına hitap etmesi için arkasını Genel Kurul'a dönmesi gerekmektedir. (Acaba projede kürsünün yanında bir dikiz aynası vardı da yerleştirilmesi mi unutuldu?)
Hükümet üyelerinin ise konuşmacının yüzünü görme, konuşmacıyı izleme şansları, gözlerini, mimiklerini inceleme ve samimiyetini değerlendirme olanağı yoktur. (Hükümetin yalnızca konuşmacıyı arkadan görme varsa ayakkabı çıkarma, ayak sallama türünden alışkanlıklarını tetkik şansı vardır.)
Hepsinden elim ve vahimi ise, kürsünün kürsüden ziyade, benzetmek gibi olmasın kaliteli bir işporta tezgahına benzemesidir.
Tezgahın boyu ortalama milletvekili boyuna göre yapılmamıştır.
Kısalara uzun, uzun boylulara ise çok kısa gelmektedir.
Buna ne hikmetse üç çatallı garip mikrofon formunun ve boyunun da eklenmesiyle kürsüdekini dinlemek salondakiler için görsel ve işitsel bir azaba dönüşmektedir.
CIRTLAK DÜZEN
Kürsüde konuşanın ise salonun arkalarını ve köşelerini görmesi çok zordur.
Başını doğrulttuğunda mikrofondan uzaklaştığı için ses zayıflamaktadır.
Kürsünün karşısındaki sabit televizyon kamerası balkona yerleştirildiğinden konuşmacıyı tepeden almakta, önündeki kağıda gözatması halinde ise yüzünü değil tepesini göstermektedir. Bu da izleyicinin hatibin gözlerini görmesine engel olmaktadır.
Kürsünün bulunduğu yerden kaldırılması siyaset sözlüğümüz ve Türkçemiz bakımından da şarttır.
Kayıtsız ve şartsız olan millet egemenliği milletvekilleri eliyle kullanılır. Bunun için milletvekilinin kürsüye çıkması milli iradeyi seslendirmesi gerekir. Milletvekillerinin bu hakkı ve görevi, ne akla hizmet ettiği belli olmayan bir iç mimarın salonda yarattığı eğimin de zoruyla ortadan kalkmıştır. Artık kürsüye çıkmak değil kürsüye yürümek ve kürsünün arkasında dinelmek söz konusudur.
Bu durum siyasetimizi magazinleştirme riski de taşımaktadır.
Sanatçıların "sahne alması" gibi artık sayın bakan ve milletvekillerinin de kürsüye çıkmalarından değil, "kürsü almalarından" söz edilebilecektir.
Cırtlak kırmızılı salonun verdiği başağrısı, işporta tezgahını andıran kürsünün daha uygun bir yere taşınmasıyla hafifleyecektir.