kapat

17.01.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Bir sabah vakti

Arada bir ilk gençlikten artakalmış bohem heyecanların ayranı mı kabarıyor, ne oluyor; sanatçı dostları bulunca şiirdi, türküydü, dertleşmeydi derken, geceyi gündüzü birbirine karıştırıyoruz.

Bilen bilir, aynı saatte yatıp aynı saatte kalkma düzenini, fırsat çıkınca bozmanın ayrı bir zevki vardır. İnsan, kabuklarından soyunur, gönlünün dilinde kendi dalgasını geçmeye başlar.

Bu öyle bir dalgadır ki, maddenin çizgileri yumuşar, mana alaca karanlıktaki aynaların gölgeli derinliğinden bilinmez dehlizlere doğru kayar. Bu belki bir içlenme, belki insanın en çok kendi olma anıdır. Ve bu içlenmeyle bu kendi derinliğinde kendini aramaya çalışmanın, dünyayı unutturan garip bir romantizmi vardır.

Zannederim ki, arada sırada çok kimse düşer bu dalgaya...

Geçen akşam kaç zamandır görmediğim arkadaşlarla beraberdik. Birbiriyle karışan cümlelerin hepsi, günlük hayat baskısının sıkıntısına karşı bir supap fırlatmanın rahatlığını taşıyordu.

Ve akortsuz bir piyanoda, sesi bozulmamış bir tuşun yalnızlığındaki güzelliği bulmaya çalışıyorduk.

Sonra gün ışıdı. Boğaz tepelerinden denize bakmak sevdasına kapıldık. Hayatının bir kısmı İtalya'da geçmiş bir arkadaşın çocukluk anılarından kalma bir iz, eski devir zevkperestlerinin teklifini uzattı önümüze:

- Nolur bülbül dinlemeye gidelim.

Sabaha karşı bülbül dinlemek... Babam gençliğine ait böyle şeyler anlatırdı da, bana pek komik gelirdi. Fecir sökerken uykulu uykulu adamların, şuradan şuraya bülbül dinlemeye gitmesini garip bulurdum doğrusu...

- Eh peki, dedik.

Hünkarsuyu'nda bülbüller iyi ötermiş. Arkadaşın çocukluğu orada geçmiş, öyle söyledi. Cam gibi uzanan ıssız asfaltlardan kaybolurcasına bülbüllü korulara doğru akıp gittik.

Ağaçlar sabahın bekareti içinde yeşille neftinin serin yumuşaklığına bürünmüşler, mahmur düşünüyorlar. Her nefeste havayı değil, neftiyle yeşilin bu serin yumuşaklığını teneffüs ediyorsunuz. Uzaktaki tepelerde bir sis...

Sonra bülbül sesleri...
Arkadaşın bir parmağı sus demek için dudaklarında; öteki elinin parmağı, kulağı hizasında ağaçlara doğru kalkmış, bülbülleri dinliyor.

Ben bir aralık dayanamadım, gülmeye başladım. Pürdikkat bülbül dinlemeye heveslenen bir kimse, bir dakikadan fazla o pozda kaldı mı, insana gülme veriyor.

Oysa arkadaşım bülbül seslerinde kendi çocukluğunu dinliyordu. Bunu seziyordum ama yine de gülüyordum...

Bülbüller de nasıl ötüyorlar...
Arkadaşım uzun bir geceden artakalan dumanın, anılarla karışmış heyecanında, bana tarih anlatıyordu:

- Avrupa Avrupa... Avrupa Osmanlı İmparatorluğu'nu ilimde geçmiş, fende geçmiş, sanatta geçmiş, felsefede geçmiştir. Fakat bir şeyde geçememiştir; bu bülbül dinleme meselesinde... İmparatorluk burda, itimat et, ağır basmıştır. Katiyen bizdeki bülbülleri ve bülbül dinleme âşıklarını orada bulamazsın.

Saat sabahın beşinde, Hünkarsuyu korularında sisli tepelere bakarak İmparatorluğun bülbül meselesinde Avrupa'ya ağır basmış olmasını öğrendiğime sevindim.

Sonra geri döndük.

Not: 38 yıl önce yazılmış bir yazı... "Milliyet" koleksiyonundan...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır