Türkiye'nin gözü yarın Fenerbahçe-Galatasaray maçında olacak. Maçın sonucu, Fenerbahçe'nin lehine olsa bile "büyük gerçek" değişmeyecek. Galatasaray'ın Avrupa, Fenerbahçe'nin "Kadıköy takımı" olduğu gerçeği değişmeyecek. Türkiye'nin Avrupa Birliği yönündeki yürüyüşünü Galatasaray'ın becerdiği, Fenerbahçe'nin ise tökezlediği gerçeği değişmeyecek...
Fenerbahçe, benim en büyük tutkularımdan biridir. Ama Fenerbahçelilik, benim için başımı sessizce önüme eğdiğim bir utanma konusu haline dönüşüyor. Bunun sebebi, kulübün "amiral gemisi" olan futbol takımının artık gelenekselleşmeye başlayan başarısızlığı değil. Sebep, bu başarısızlığın ardındaki sebep...
Galatasaray'ın tartışılmaz başarısının ardında ne sebep yatıyorsa, Fenerbahçe'nin başarısızlığının ardında da o sebep yatıyor. Daha önce yapılan bir tanımlamayla, Galatasaray, "modern Türkiye'nin parlayan yüzü"; Fenerbahçe ise "eskimiş Türkiye'nin yorgun yüzü"...
Çünkü Galatasaray, 80'li yılların sonunda dünya çapındaki değişimin koordinatlarını yakaladı ve yüzünü oraya çevirdi; Fenerbahçe ise giderek içe döndü; Kadıköy-Kızıltoprak arasında mevzilenmiş vizyonsuz fraksiyonların kısır çekişmeleri içinde helâk oldu. Daha da içine kapandı ve tıpkı içe kapalı ekonomiler ve siyasi rejimler gibi rekabet gücünü yitirdi.
Galatasaray, "Türkiye'nin AB aday üyeliği"ni ilân eden Helsinki kararının futboldaki yansıması. Zaten, gerek Avrupa'daki başarıları gerekse Türkiye lig şampiyonluğuna üç yıldır el koyması ve bu yıl bunu dörtleyecek gibi gözükmesi de, bu olguyu yansıtıyor.
Oysa, Avrupa finallerine katılmayı hak eden Türk Milli Takımı'nın ilk 11'inin 6 oyuncusu Fenerbahçeli. Yedek kaleciyle birlikte 7 Fenerbahçeli Milli Takım'da. Geri kalan oyuncular da kendi ülkelerinin milli takımlarının değişmez oyuncuları. Demek ki, sorun futbolcularda değil.
Yapısal bir bozukluk söz konusu. Bir kulüp yönetimi ki, futbolcularını kendi tesislerinde rehin alıp dövdürtüyor; buna karşı bir muhalefet zihniyeti düşünün ki, görevdeki, emeklisi 9 orgenerale kulübe el koymaları için davetiye çıkarıyor. Bunun üzerine, "Fener Cumhuriyeti'nde darbe çağrısı" başlığıyla haber veriliyor. Haberin son cümlesi ise şöyle: "Fener'den sonra Beşiktaşlılar'ın Türk Silahlı Kuvvetleri'ne başvurup başvurmayacağı merakla bekleniyor." Koskoca Fenerbahçe, alay konusu...
Oysa, Fenerbahçe'nin milyonlarca insanın gönlünde taht kurmasının sebebi, Milli Mücadele döneminin İstanbul'undaki ilk "sivil toplum kuruluşu" kimliğini taşımasıydı. Türk spor dünyasında onyıllar süren öncülüğünü de buna borçludur. Milyonlarca insanın sarı-lâcivert tutkusunda, "Galatasaray elitizmi"nin tam zıddı olan Fenerbahçe'nin bu "demokratik kimliği"nin mutlaka payı vardır.
Kendi varoluş sebebine, kimliğine bu kadar sırtını dönen bir kulübün başarılı olabilmesi mümkün müdür? Başarıya hakketmekte midir?
Zaten, Fenerbahçe, artık Türkiye'nin en popüler kulübü de değil. Onbeş yıldır, biri 1989'da, ikincisi o da son dakikada büyük bir raslantıyla 1995'te şampiyon olabilmiş, Avrupa sahalarında parıldayamamış bir takıma, bugün 20 yaşına varmış olanların ne kadarı tutkuyla bağlanabilir? Türkiye nüfusunun yüzde 65'i 30 yaşının altında... Kaldı ki, Avrupa'da parlak bir sicille insanların başarı duygusunu okşayan bir örnek ortada.
Fenerbahçe benzeri bir performansa sahip olmadan, eski popülaritesini geri alamaz. Tepeden tırnağa bir zihniyet değişikliğine uğramadıkça da, öyle bir performans gösteremez...
Şu dönemde Türkiye'nin insanlarına kendine güven duygusu veren ve iyimserlik saçan Galatasaray... Fenerbahçe ise sahalarda bulamadığını karargâhlarda aramaya kalkacak kadar aczde. Yıkılmadan önce, Sovyet bloku rejimlerinde ordunun ve polisin takımları vardı. Mutlaka bunlardan biri şampiyon olurdu. Avrupalı-demokratik Türkiye'de, Doğu Avrupa'nın tedavülden kalkmış totaliter rejimlerinin tercihlerini benimseyen bir Fenerbahçe olabilir mi? Fenerbahçeliler, böyle bir Fenerbahçe'den gurur duyabilir mi?
45 yıldır ilk kez bir Fenerbahçe-Galatasaray maçınının sonucuyla ilgilenmiyorum...