Kur'an'ın birçok ayetlerinde bilen ile bilmeyenin bir olamayacağı ifade edilmiştir. Gerçekten de Kur'an'ın hakikatini öğrenebilmiş bir kimse yüce Allah'ın hiçbir işi tesadüfe bırakmadığını ve hiç kimseye iltimas veya haksızlık yapmadığını da çok iyi bilir.
Bu dünyada hasip olduğumuz asli tabiatımız, Elest âleminden beri hak ettiğimiz şifrelerin bu dünyadaki varlığımıza intikalinin bir sonucudur. Kimse hırsız olarak uykuya yatıp yargıç olarak uyanamaz. Bunun gibi hiç kimse Elest âlemindeki sınavda çok başarısız olduğu haled çok iyi bir asli tabiat ile dünyaya gelemez.
Bu gerçeği bilen bir kimsenin dünyada maruz kaldığı ceza niteliğindeki kötü olaylardan ve kendi yaratılışının çirkinliğinden ötürü yüce Allah'ı sorumlu tutmaya kalkışıp, bir de isyan günahını sırtına yüklenmesi elbette mümkün olamaz. O halde, İslami gerçekleri bilmek çok önemlidir. Bilen, bilmeyenden üstündür.
Fakat, Kur'an'ın emirlerini sadece bilmek bizi kurtarmaz. Bilgimizi işleyiş haline getirmemiz, yani bildiklerimizi uygulamamız gereklidir. Nitekim ademe secde etmeyen şeytan bilgili idi ve meleklerin hocası durumundaydı. bundan ötürü o yüce Allah'ın, benlik davası ve üstünlük iddiası demek olan enaniyeti bize men etmiş olduğunu da çok iyi biliyordu. Ama, bu bilgisini uygulayamadı ve âdeme üstünlük taslamak yüzünden lânetlendi.