|
Mutluluk içimizde...
Her şeye rağmen mutlu olunur mu? İyi gitmese de, dibe battığınızı, kapıların yüzünüze kapandığını, bir daha asla eskisi gibi olamayacağını bilseniz de mutlu olabilir misiniz?
Zor değil mi?
Mutluluğun koşulları var. Sağlık, güvenlik, huzur, para, başarı v.s.
Geçenlerde bir arkadaşım işlerinin iyi gitmediğinden, hatta gittikçe her şeyin kötüleştiğinden bahsetti. Ona dönüp, "Ben varım ya. Her şey o kadar da kötü değil," dedim. Bu sözü kendi varlığımı çok fazlasıyla önemsediğimden değil, o anı kurtarmak için söyledim. Çünkü anların çok değerli olduğunu günlük yaşam koşuşturması içinde farkedemiyoruz. Bu yüzden de mutluluğumuz, günlük olup bitenlere bağlı olmamalı.
Herkesin başına gelmiştir. Bir zamanlar üzülüp, kafaya taktığımız şeyler, bir gün gelir, sanki başkası yaşamış gibi gelir. Anlatırken eski üzüntülerimizden eser kalmamıştır. Yıllar sonra bir zamanlar bizi olumsuz etkileyen olaylara güler geçeriz. Sonuçta insan kaybettiklerinden de, büyük üzüntülerinden de kazanımlar elde edebilir.
Bazen insanın elinde olmuyor. Küçük aksiliklere kendimizi kaptırıp, üzüntüler yaşıyoruz. Olayları büyütüp dert ediniyoruz. Ben kendime böyle durumlarda, "Seni üzmelerine izin verme. Kendini bu kadar üzmeye değmez" gibi sözler söyleyip, yoğunlaştığım işlerde değişiklik yaparak içime akıttığım gözyaşlarından kurtulabiliyorum.
"Şimdi bunlar nereden çıktı?" diyeceksiniz. Geçen hafta, 17 Ağustos depreminde bacağını kaybeden 12 yaşındaki Özge ile tanıştım. Özge yaşama o kadar bağlıydı ki, görüşmenin ardından kendi sorunlarımdan utandım. Şu anda varız ve bir gün olmayacağız. Bunu bilmek bile her anı dolu dolu yaşayabilmeyi bize göstermeli. Jorge Luis Borges'in dediği gibi, "Eğer yeniden başlayabilseydim, neşeli olurdum ilkinde olmadığı kadar, çok az şeyi ciddiyetle yapardım."
Yeniden başlanamayacağını bilerek yaşayalım, bir gün pişman olmamak için...
İnternetin kaybettirdikleri
Telefonla aradıklarımı aramamaya başladım. Telefonla sevdiklerin sesini duymak yerine, karşılıklı yazışmak çok kolay gelir oldu. Öyle eskisi gibi arkadaşlarla "neler yapıyorsun?" ile başlayan sohbetler yapmıyorum. Nedeni internet. Artık mesajlaşıyoruz. Oysa yazıştığım insanların seslerini duymayı özlediğimi farkettim. Bilgisayarla iletişim, çok üst düzeyde bir iletişim sağlıyor ama bazı şeyleri de yok ediyor.
Eskiden uzaktakilere mektup yazar, kart gönderirdim. Zaten bilgisayarla muhabbetim arttığından beri mektup yazmak da çok zorlaştı. Yazdığım yazıyı benden başkası okuyamıyor. Mesaj gönderdiğim için de mektup yazmıyorum.
Oysa uzaktakileri düşünerek kart seçmek, mektup kağıtları almak çok güzeldi. Posta kutusuna bakıp uzaklardan gelen bir dost mektubunu heyecanla açmak çok farklıydı...
Bir de insan bilgisayarın başında zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor. Bazen bilgisayarın başında "zamanı durdursak ne kadar iyi olur" diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Bilgisayar yüzünden zamanı planlayamıyorum. Bu konuda ne yapmak lazım, onu da bilemiyorum...
EĞER BİR ÇOCUK...
Eğer bir çocuk;
sürekli eleştirilmişse
kınamayı ve ayıplamayı,
kin ortamında büyümüşse
kavga etmeyi,
alay edilip aşağılanmışsa
sıkılıp utanmayı,
devamlı utandırılarak terbiye edilmişse
kendini suçlamayı öğrenir.
Eğer bir çocuk;
Hoşgörülü yetişmişse
sabırlı olmayı,
desteklenip yüreklendirilmişse
kendine güven duymayı,
övülmüş beğenilmişse
takdir etmeyi,
hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse
adil olmayı,
güven ortamı içinde yetişmişse
inançlı olmayı,
kabul ve onay görmüşse
kendini sevmeyi,
aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse bu dünyada mutlu olmayı öğrenir.
Doroty Nolte
|
Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|