Tartışmaya, kabulü zor görünebilecek bir varsayımla başlayalım:
"Devlet, İmralı'da Apo'yla masaya oturdu. 6 ay boyunca yaşadıklarımız, o masada alınan kararların bir plan dahilinde hayata geçirilmesinden ibaretti. Öcalan, bu senaryoda sadece kendisine verilen rolü oynadı."
Fazla iddialı değil mi? Şimdi tezimizi bazı ipuçlarıyla açmaya çalışalım:
Malum, yıllardır "TC"ye "masaya oturma" çağrısı yapan hep Apo olmuştu. PKK lideri, sonunda kendini "TC" ile aynı masada buldu, ama bu masa, öngördüğüne göre biraz rahatsızdı. Çünkü darağacının gölgesine kurulmuştu ve üzerinde pazarlık kozu olarak sadece kendi canı vardı. Aslında bu pazarlığa hazırlıklıydı. Yıllar önce Şam'da Mahir Sayın'a, Türk yönetiminde kendisine ilişkin üç farklı eğilim bulunduğunu söylemişti:
"Federal bir birliktelik için kendisiyle ilişki kuranlar" (Bunlara Turgut Özal'ı örnek vermişti), kendisinin derhal öldürülmesinden yana olanlar (Cem Ersever gibiler) ve "Onu öldürmeyelim kullanalım" diyenler... "Çünkü" diyordu Öcalan, "örgütü ele geçirmeleri için benim sağ olmam gerekiyor."
İşte İmralı'da masada oturanlar "bu üçüncüler"di. Uçaktaki "Hizmete hazırım" cümlesi, onlara bir mesajdı. Mesaj alındı ve gereğince değerlendirildi.
Öcalan'ın ilk avukatı (ve siyasi muhalifi) Ahmet Zeki Okçuoğlu'nun geçenlerde Serbesti Dergisi'nde (Eylül 1999) yazdığı "Savunma anıları", sözünü ettiğimiz teze ilişkin inanılmaz ipuçları veriyor. Okçuoğlu, Apo ile 3. görüşmesinde kendisine "Şeyh Sait örneği"ni hatırlatıyor ve şöyle diyor:
"Şeyh Sait'e de mahkemede 'İsyanının Kürtlük'le alakası olmadığını söylersen, seni idam etmez sürgüne yollarız. İki yıl sonra da genel afla çıkarsın' dediler. Denileni yaptı, ama yine de asıldı. Sana da aynı şeyi yapacaklar."
Apo bir sonraki görüşmede, Okçuoğlu'na şunları söylüyor:
"Anlattıkların yukarıdakilerin hoşuna gitmemiş. Bir daha bana böyle şeyler anlatma. Ben devletin çizdiği çerçevede savunma yapacağım."
Peki neydi "çizilen çerçeve?" Apo davası boyunca "PKK uzmanı" sıfatıyla ulaştığı en mahrem resmi bilgileri medyayla paylaşan Doç. Dr. Ümit Özdağ, Mayıs ayı sonlarında Aksiyon Dergisi'ne şöyle diyordu:
"Apo makemede özür dileyebilir. İdam edilmesi halinde örgütün kahraman ilan edeceği Apo, bu durumda TC'nin adamı olacaktır."
Hatırlanacağı gibi Apo, bu demecin yayınlanmasından birkaç hafta sonra tam da bu yönde savunma yaptı. Kendisine bu yaklaşımın hatalı olduğunu söyleyen avukatı Ahmet Zeki Okçuoğlu ise çekilmek zorunda kaldı. Okçuoğlu'nun, İmralı anılarında bir de dayak faslı var. Avukatlar olarak resmi polislerce dövüldüklerini Apo'ya anlatınca PKK lideri şu tepkiyi veriyor:
"Ne demek 'Devlet bizi dövdü?'Devlet durup dururken kimseyi dövmez. Mutlaka yanlış bir şey yapmışsınızdır. Devletten özür dilemelisiniz."
Okçuoğlu'na sert tepki gösteren devlet, o çekildikten sonra yerini alan yeni avukatlara hoşgörü gösterdi. Öcalan'ın açıklama yapması, Törerle Mücadele Kanunu ile yasaklandığı halde PKK liderinin avukatları aracılığıyla mesaj iletmesi neredeyse teşvik edildi. Çünkü Apo, PKK'nın hem merkez komitesini, hem dağdaki gerillasını teslim olmaya çağırıyordu. Örgüt, "Başkan"ı dinlemese, Apo bitmişti. Ama dinlediler ve liderlerinin ömrünü uzattılar. Depremde Apo devletçe özel korumaya alındı. Bu tablo, davanın dünyanın gözündeki inandırıcılığının artmasına da hizmet etti.
Peki bunlar devletin bir planı çerçevesinde yapılıyorsa PKK buna neden uydu?
Sanıyorum bu sorunun yanıtını, örgütün katı hiyerarşik yapılanmasında ve "savaş yorgunluğu"nda aramak gerekir. Savunmasında söylediklerinin Apo'nun gerçek hissiyatını yansıttığını "sanmak", dağdaki gerilladan, Avrupa'daki örgüt yöneticisine kadar herkesin işine geldi. Çünkü herkes savaştan yorulmuştu ve burada bir çıkış umudu görüyordu. Hem yakalanmasına yardımcı olan ABD'nin de böyle bir çözüm arzuladığı anlaşılıyordu.
Apo'nun şu andaki psikolojik durumunu da Okçuoğlu'ndan aktaralım:
"Öcalan, değil idam cezasını göğüslemek, birkaç yıl cezaevinde yatmayı bile göze alacak durumda değil. Kısa süre sonra salıverilmeyi umuyor. Bu durumdaki bir insanın veremeyeceği taviz yoktur."
Şimdi bu varsayımlar çerçevesinde idam olasılığını değerlendirelim:
Özel sohbetlerden sızan bilgilere göre şehit ailelerinin baskısı ile uluslararası dengeler arasında sıkışıp kalan hükümetin zirvesi, AİHM kararını banahe ederek sorunu zamana yayıp, küllenmeye tert etme niyetinde...
"Asmama kararı" baştan beri ağırlıktaydı. Sorun, bunu halka anlatmadaydı. Öyle anlaşılıyor ki, o "en olmayacak işi en inandırıcı isme verme taktiği" yine devreye sokuluyor ve nasıl PKK'yı bertaraf etme işi Apo'ya verildiyse, şehit ailelerini yatıştırma işi de bugüne dek Apo'ya karşı en keskin çıkışları yapmış yazarlara ve partilere ihale ediliyor.
"Dahiyane bir plan" değil mi?
Başarıya ulaşıp ulaşmayacağını zaman gösterecek.