İç-dış kalmadı
Bazen kısacık tek bir cümle, koskoca bir felsefeyi, bütün bir bakış açısını özetleyebilir.
"Sana ne diyemezsin!"
Cumhurbaşkanı Demirel, doğrusu İstanbul Zirvesi'nin anlamını bu cümlecikle çok güzel özetlemiş.
Ve bu kısacık cümleyle, aylardır "egemenlik elden gidiyor" çığırtkanlığı yapanlara, Sevr paranoyasıyla kitleleri korkutmaya çalışanlara gereken cevabı vermiş.
Bence Demirel'in AGİT Zirvesi sonunda söylediği bu sözleri -gerektiğinde kendisine de hatırlatmak üzere- çerçeveletip asmalıyız.
***
Evet, Yeltsin-Clinton tartışması da ortaya koydu ki, yıllar ve yıllardır halkların tepesinde boza pişiren despotların egemenliği elden gidiyor. Yine Demirel'in deyişiyle, artık hiçbir devlet, kendi ülkesinde karşılaştığı bir sorunla ilgili olarak 'Bu benim kendi iç sorunumdur, bana karışamazsınız' diyemiyor. Derse, duvarlarla çevrili bir kale içinde yalnız kalmaya mahkum oluyor.
Kimse boşuna çarpıtmaya kalkmasın. Bu, halkların egemenlik hakkının işgalle ya da başka türlü bir zorla ellerinden alınması değil. Dünya halkları, egemenlik haklarını gönüllü olarak bir üst iradeye; uluslararası iradeye veriyor.
Bunu da, o irade insan haklarına daha saygılı, daha duyarlı olduğu için; böyle bir uluslararası irade altında teşebbüs hürriyetini, din ve inanç özgürlüğünü, düşünce özgürlüğünü, en önemlisi de yaşama hakkını daha güvencede gördüğü için yapıyor.
Keşke bu uluslararası irade, bundan yıllar önce Pol Pot kesik kafalardan tepeler yaptığı zaman oluşmuş olsaydı.
Stalin koca bir coğrafyayı milletler hapishanesi haline getirdiğinde bir kurtarıcı gibi yetişebilseydi o uluslararası irade...
Keşke, Şili'de on binlerce genç stadyumlarda toplanıp "kaybedilirken" birileri çıkıp insan haklarının devlet egemenliğinden daha kutsal bir kavram olduğunu söyleyip dünyayı ayağa kaldırsaydı.
Keşke bugün o uluslararası irade, Taliban rejimi altında mesleğinden men edilen, evlere hapsedilen, sokaklarda taşa tutulan, insan gibi yaşamasına izin verilmediği için depresyona girip intihara sürüklenen Afgan kadınların yardımına koşabilseydi. Onları o cehennemden kurtarabilseydi...
İnsanlığı, bazen koca bir milletin yokedilişini "ulusların iç işlerine karışmama" ilkesi uyarınca çaresizlik içinde seyretmek zorunda kaldığı günler geride kaldı artık. İç dış birbirine karıştı. Evrensel değerler söz konusu olduğunda hiçbir şeyin içi-dışı kalmadı.
Bundan daha sevindirici bir şey olabilir mi?
***
Yüzyılın son zirvesi, 21. yüzyıla yaraşır bir demokratik olgunluk gösterisiyle noktalandı.
Şimdi önümüzde, demokrasinin ve birey haklarının bütün değerlerin üzerinde tutulduğu aydınlık bir çağ uzanıyor.
Elbette ki yeni çağın kendine özgü yeni sorunlar taşıdığını biliyoruz. Küreselleşmenin dikensiz gül bahçesi olduğu gibi saf bir hayal içinde değiliz.
Toprak bütünlüğüne saygıyla insan hakkı ihlallerine izin vermeme arasındaki ince dengenin nasıl kurulacağı üzerine kimbilir daha ne çok tartışacağız...
Küreselleşmenin nimet ve külfetlerinin paylaşımında ne çok birbirimize gireceğiz.
Dile kolay, son 20-25 yıldır fiilen yaşadığımız bir sürecin üst yapısını oluşturacağız. Globalleşmenin hukukunu, ahlakını yaratacak, bütün kurumlarımızı yeni süreç ışığında elden geçirecek, kimini ıskartaya çıkaracak, kimini adapte edecek, yeni yeni kurumlar oluşturacağız. Ve besbelli ki, bütün bunları yaparken sık sık kavga edeceğiz.
Ama bütün bu kavgaları ederken bir ön kabulümüz olacak: Parsel parsel bölünmüş ve her parselin etrafı dikenli tellerle çevrilmiş bir dünyaya geri dönüş olmadığını bilecek, üstelik bunu istemeyeceğiz.
Tek tük de olsa aramızdan bazıları, makineleri parçalamaya çalışan sanayi işçilerinin zavallığına düşebilirler.
Artık ne yapalım, onlara da anlayış göstereceğiz.