Geçtiğimiz günlerin olaylarını şöyle bir gözden geçirelim: Ahmet Taner Kışlalı suikasti, Düzce Depremi, Milli Takım'ın Avrupa çıkarması, AGİT, Adnan Hoca vakası, vs, vs...
Bu topraklarda "yeşermemiş" birisi için, zordur Türkiye'nin temposuna ayak uydurmak.
Peki seyri bile yorucu olan bu garip dinamizmin içinde kalıcı olabilmek; farklı nesillerin, farklı düşüncelerine, farklı ruh hâllerine, farklı dertlerine ortak bir seste tercüman olabilmek ne mene bir maharet gerektirir dersiniz?
"Unutmayacağız, unutturmayacağız," sloganını diline pelesenk etmiş, balıklar kadar unutkan bir topluma, bu konuda verilebilecek en iyi yanıt, belki de Livaneli'nin "Unutulmayanlar"ında gizlidir...
* Size soru sormaktan ziyade beş cümlede bir; "Tebrikler," desem yetecek galiba. Bir yanda üst üste aldığınız ödüller, bir yanda yeni çıkan "Unutulmayanlar" albümünüz... Şu dönemin, bir ömrün hasadını biçtiğiniz, bir yandan da hiç eleştirilmediğiniz kadar eleştirildiğiniz bir zaman dilimi olduğunu söylemek ne kadar doğru olur?
Evet, doğrudur. Bazı olaylar kendiliğinden arka arkaya geldi. Londra Senfoni Orkestrası, eserlerimi plak yaptı. Arkasından San Remo Uluslararası Besteci Ödülü geldi. Bunun sevinci bitmeden bu Millennium Konseri; bu arada diğer uluslararası konserler... Şimdi de "Unutulmayanlar" adı altında, 23 parçamı bir araya getiren, iki CD'lik albümler hâlinde bir seçki yayınlandı. Türk halkı yaptığım müziği tuttu; bana değer verdi. Beni 30 yıldır ayakta tutan da budur zaten. Daha sonra Batı da belli ölçülerde beni değerlendirmeye başladı. Ama Türkiye'deki devlet ve aydın çevreler, bu ikisinden de fazla hoşlanmazlar. Halkın ilgi göstermesinden hoşlanmazlar; Batı'nın ilgi göstermesinden hele hiç hoşlanmazlar.
* Türkiye'nin resmi bugün o kadar "renkli" ki baş döndürüyor. Her şey iyiden iyiye karışmış vaziyette...
"Ayaklar baş, başlar ayak," diyorum ben ona. Yazılarımda da sık sık belirttiğim gibi, negatif seleksiyon da var. Siyasette, sanatta, yazıda; kötü, iyiyi kovuyor. Böyle bir döneme doğru girdik. Tabii bu parçaların 30 yıldır bizim politik ve sosyal yaşamımızın izdüşümü olduğu tespitine ben de katılıyorum. İnsanlar bu parçalarla yürüdü, bu parçalarla aşık oldu. "Yiğidim Arslanım Burada Yatıyor" ben hiç böyle planlamamışken Türkiye'nin cenaze marşına dönüştü. İnsanlar kitleler hâlinde bunları söyler oldu. Bu bir insan için büyük mutluluk kaynağı. Çünkü bunları tek başına yapıyorsunuz. Ben hiçbir zaman kendinden emin bir insan olamadım. Sonra bakıyorsunuz ki, yüz binler bunu söylüyor. Joan Baez söylüyor, İspanyollar, Yunanlılar, Almanlar söylüyor. Ben sadece şunu biliyorum: Benim konserlerime gelen insanlar, bir ayine katılır gibi, kendi şarkılarını söylemeye geliyorlar. Ben kişisel olarak çok hata yapmış olabilirim çünkü kendini her yere atan bir insanım. Kendini çok koruyan bir kişiliğim yok. Kabuksuz deniz canlıları gibiyim
* Siz pek çok kişinin nezdinde, partilerüstü bir dünya vatandaşısınız...
Biliyorum nereye geleceğinizi... "O zaman niye politikaya bulaştınız?" diye soracaksınız.
Eh, kabuksuz bir deniz canlısının dalabileceği en vahşi umman...
Doğru.... Ben bugünden geçmişe baktığımda, daha genç yaştaki Livaneli'nin ne kadar naif olduğunu bir kere daha anlıyorum. Bugün de saf taraflarım var, bununla da övünürüm. Safiyetini yitirmiş sanatçı bitmiştir bence. Fakat benimki biraz fazla saflık olmuş çünkü ben 94'e kadar, günlük politikaya hiç bulaşmayıp kendi politik görüşlerimi açıklayarak yolumda yürüdüm. Belediye Başkan Adaylığı konusundaki yoğun ısrar, şöyle bir rüya yarattı bende: "Biz madem ki Türkiye'de yüz binlerce kişiyiz ve aynı görüşte birleşiyoruz; o zaman bu sistemi değiştirebiliriz." Tabii bilmediğim şey, halkın sizi sevmesinin bu işlere yetmediğiydi. Siyasetin iğrenç bir tüpü var ve o tüpü geçmeden öbür tarafa çıkamıyorsunuz. Ben orada, Nazım'ın dediği gibi; "ateşi ve ihaneti gördüm..."
* Dönüp baktığınızda; "Allah korumuş; ya bir de kazansaydım," diye düşündüğünüz oluyor mu?
Ben size bir şey söyleyeyim mi; 94'teki seçimleri kaybettiğimiz gün, benim ailemde ve yakın çevremde bayram yaşandı. İnsanlar benim o sistem içinde nasıl başkanlık yapacağımı düşünmeye başlamışlardı çünkü biz orada bir cehennem ağzının açıldığını gördük. O rant savaşı içinde ne yapardım, şimdi gerçekten bilemiyorum. Belki de beni ortadan kaldırırlardı.
* Peki şarkılarınızla özgürlük çağrısı yapan, aşık olan ve şarkılarınızı bir ağızdan söylerken, sözlerine yürekten inanan insanların samimiyetine kesin olarak inanıyor musunuz? Türk halkına olan inancınızı hiç yitirdiğiniz olmuyor mu?
Bunu gazetede de çok tartışıyoruz. Ben sizlerden daha umutluyum çünkü mesleğim gereği konserler verdiğim zaman, halkın içindeki aydınlık damarla karşılaşıyorum. Onları gözümün önünde somut olarak görüyorum. Bir turne sırasında toplam bir milyon insana konser verdiğim oldu. Bu ülkede çok iyi insanlar da yaşıyor. Bana; "Senin konserlerinde insanlar o taraflarını ortaya çıkarıyorlar, çünkü bu şarkılar, yüreklerindeki o cevheri ortaya çıkarıyor," diyorlar; "ama o alandan çıktığı anda gene eski adam, gene kavga gürültü..."