kapat

01.11.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Sabah İnternet
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

Teba
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Lord Duveen

Adı ansiklopedilere geçmiş dev tablo satıcısı Josephe Duveen'in biri Paris'te, biri New York'ta, biri de Londra'da üç galerisi vardı.

Hollandalı Musevi bir nalbatın torunu olan Duveen, Amerika Birleşik Devletleri'nin ulusal müzesi olan Washington'daki National Gallery of Art'ın kurulmasına öncülük edecek, British Museum'un düzenlenmesinde büyük başarılar sağlayacak, krallar, imparatorlar, başbakanlar ve hatta Hitler'le dostluklar kuracak ve genç yaşta İngiliz vatandaşlığını kabul ettiği için, sonunda Lord ünvanını alacak ve Lordlar Kamarası'na girecekti.

Duveen'in mesleki zaferini sağlayan en büyük özellik, 1886'da, daha onyedi yaşaındayken, Avrupa'nın sanat eserleriyle, Amerika'nın da milyarderlerle dolup taştığını farketmiş olmasıydı. Avrupa'daki sanat eserlerini toparlıyor, götürüp Amerika'daki milyarderlere satıyordu. Ancak asıl mesele, milyarderlerde gerekli sanat ve koleksiyon zevkini uyandırmaktı ki, Duveen bir ömür bunun için uğraşmıştır.

Duveen her yıl Mayıs sonuna doğru New York'tan ayrılır, Londra'ya gelir, Temmuzla Haziranı Londra'da geçirir, oradan Paris'e geçer, bir iki hafta da Paris'te kaldıktan sonra bir ay Vittel banyolarında tatil yapardı. Tatil dönüşü tekrar Paris'te onbeş gün kalır, Londra'ya atlar, Eylül ortalarında da New York'a geri dönerdi. Kışla ilkbaharı Amerika'da geçirirdi daima.

Duveen bu değişmez programını bazen pek önemli müşterilerinin hatırı için bozardı ancak. Örneğin Paris'teyken Amerikan milyarderlerinden Mellon, yahut Bache'in Fransa'ya geleceğini öğrenirse, Paris'teki oturma süresini biraz daha uzatır, dostu milyarderlere sanat konularında uzmanlık, danışmanlık, öğretmenlik ederdi. Ve gerçekten de engin bir bilgisi vardı bu konularda.

Ayrıca Duvven'in Amerikalı milyarderlere karşı gösterdiği kolaylık ve sevimliliğin ucu bucağı, sonu hududu yoktu. Örneğin Amerika'nın önde gelen on milyarderinden biri olan Bache'in özel sigaraları için gerek Londra'daki, gerek Paris'teki bürolarında daima hazır stoklar bulundururdu. Bir gün Bache Paris'ten tam ayrılacağı sırada yanında yeterince sigara kalmadığını görmüş ve Duveen'in, Paris'teki galerisine uğramıştı. Duveen Paris'te değildi. Bache'i galerinin müdürü karşıladı. Ve özel sigaraları paketlenip hazırlanıncaya kadar kendisine 17'inci yüzyılın büyük Flaman ressamı Van Dyck'ın bir tablosunu göstererek:

- Duveen bunu sizin için ayırmıştı, dedi.

Bache, tabloyu görünce sevinçten deliye dönmüş, sigaralarını bile unutmuştu. Hemen o an, beş milyon doları bastırıp aldı tabloyu. Ve yanında New York'a kadar kendisine yetecek sayıda sigara, bir de Van Dyck'le döndü Amerika'ya.

Duveen milyarderlerden kendilerinin özel sigara stoklarını sakladığı için ayrıca para istemiyordu. Onlara sattığı tablolardan aldığı milyonlar yetiyordu böye ufak tefek hizmetleri de görmesine.

Milyarderler özellikle Avrupa'ya çıktıkları zaman zenginliklerinden ötürü bir ürkekliğe, bir çekingenliğe düşüyor, nerelere gideceklerini, nasıl vakit geçireceklerini, kimlerle tanışacaklarını, neler satın alacaklarını pek kestiremiyorlardı. O zaman Duveen, hemen imdadına yetişiyordu, Amerikalı büyük zenginlerin. Onları Avrupalı aristokratlarla tanıştırıyor, kendilerine zevkli köşkler yaptırabilecekleri araziler ve mimarlar salık veriyor, hatta bazılarının evlenme işlerini bile o yönetiyordu. Şu şartla ki, yapılan zevkli binaların duvarları, ancak pahalı tablolarla süslenebilecek genişlikte olsun ve evlenme armağanları, eski ressamların yapıtlarından seçilsin. Bu nedenle de evlenme aranjmanlarında Amerikalı zengin bayanlara sanat meraklısı kocalar, zengin baylara da sanat meraklısı hanımlar bulmaya ayrı bir dikkat harcıyordu. Sonra da satıyordu elindeki nadide yapıtları, on milyona, onbeş milyona, yirmi milyona...

Zenginlikte "Bir kat, bir araba" ölçüsünü çok aşan bir dünyanın insanlarıydı Duveen de, Amerikalı milyarderler de.

Duveen canı isterse, dünyayı durdurabileceğine, hatta tersine döndürebileceğine inanan kişilerdendi. Özellikle eline yeni geçirdiği ünlü tablolar karşısında içten kaynayan bir sanat heyecanının volkanik patlayışlarıyla coşar taşar, kabarır, yerinde duramazdı. Rakiplerinin elindeki eserlere de o ölçüde kızar, atar savurur, sonunun nereye varacağını düşünmeden ağzından çıkanı kulağı duymazdı.

İngiliz aristokrasinin saygıyla önünde eğildiği çok etkin bir din adamı, eski büyük ustalardan birinin bir tablosunu satın almıştı. Tabloda küçük meleklerin uçuştuğu dinsel bir konu işlenmişti. Ancak tabloyu din adamına Duveen'in rakiplerinden Londra'nın tanınmış bir antikaçısı satmıştı. Duveen'in hazmedeceği birşey değildi bu.

Tabloyu satın alan papaz fikrini öğrenmek için Duveen'i evine davet etmişti. Duveen, uzun uzun baktı tabloya:

- Harika, dedi, enfes. Bir sanat mucizesi, Yalnız biliyorsunuz değil mi, ressam melekleri çizerken model olarak pasif homoseksüelleri kullanmıştır. Meleklerin bakışları o yüzden biraz homoseksüelcedir, bilmem dikkat ettiniz mi?

Papaz ertesi gün geri gönderdi tabloyu satın aldığı yere...

Bir süre sonra aynı tablo karışık yollar izleyerek Duveen'in eline geçti. Ve ne hikmettir bilinmez, birden melekler homoseksüel bakışlı olmaktan vazgeçip, İsa bakışlı oluverdiler.

Yine bir gün New York'ta bir koleksiyoncu 16. yüzyıl ressamlarından birinin bir tablosunu satın almıştı. Ve yine Duveen'i davet etmişti tabloyu görmesi için.

Duveen tabloya şöyle bir baktı:

- Boşuna vermişsiniz paraları, dedi. Bu tablo sahte.

Duveen'in rakiplerinin sattığı eserlerle ilgili ileri geri sözleri, hakkında sayısız davaların açılmasına sebep olurdu. Ve Duveen bayılırdı mahkemelerde rakipleriyle boğuşup durmaya.

Duveen'in elindeki tablolar, halılar, heykeller, daima dünyanın eşi bir daha bulunmayacak en üstün yapıtları diye ballandırılır ve bu eşi bulunmayan yapıtları her zaman son sattıklarından daha değerli, ilerde satacaklarından daha değersiz olurdu. Çünkü en değerli demek; henüz satılmamış olan demekti. Ayrıca Titien'in, Raphael'in, yahut Donatello'nun hepsi galerilerindeyken "Duveen" markasını taşırdı. Ve Duveen, dostu milyarderlere:

- Bakın size yeni bir Duveen göstereyim, diye gösterirdi bunları.

Tablolar satılınca, "Duveen"liklerini yitirirler ve yine Titlen, Raphael, Donatello olmaya devam ederlerdi.

Not: 26 yıl önce yazılmış bir yazı... "Nar çekirdekleri"nden...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır