|
Gerçekler
1965'te futbola başladım. Gençlerbirliği genç takımında. Sonra Güneşspor. Kulübün başkanı ve herşeyi Avni Bulduk.
Yeniler bilmez, eskiler iyi tanır. Anormal renkli bir sima. Futbolcu fabrikası gibi bir takım, futboldan ve başka şeylerden de iyi anlayan bir başkan. 17 yaşındayım, çok şeyi görmeye başladım. Aslında böyle bir takımda oynamak şans. Müthiş bir arkadaşlık. Futbolcuların hepsi tahsilli. Üniversite okuyorlar. Ama kulübün maddi sıkıntıları var. Biz çıkıp mücadele ediyoruz. Bazen öyle kaybediyoruz ki kahroluyoruz. Yıllar sonra öğreniyoruz, iş başka taraftan bağlanmış. Hayretler içinde kalıyorum.
Namussuzlar konuşuyor
Oradan Ankaragücü'ne, Türkiye Birinci Ligi'ne geliyorum. Abilerimiz diyor ki, "Çok iyi takımsınız ama haddinizi bilin. Sizi fazla götürmezler." 1972'lerde "Lig şampiyonu oluruz" diyoruz. Karşıdakiler gülüp geçiyor. Yıllar boyunca öyle köşebaşlarında operasyonlara uğruyoruz ki, çıldırmak işten değil. İşte o zaman hakem olmaya karar veriyorum.
Hep gördüğüm ve yaşadığım, bana üzüntü veriyor, kahrediyor. Ne kadar iyi antrenman, ne kadar fazla yatırım yaparsan yap. Bir gün önünü kesiyorlar. Tıpkı şimdiki PKK gibi. Aslında PKK, bu işi cepheden yapıyor. İşin kötüsü bunlar yanında, arkanda. Herkes de kimin ne olduğunu biliyor.
Yıllar geçiyor. Hakemliğimin ilk yıllarında fazla sesimi çıkaramıyorum. Sonra flu görüntüler netleşmeye başlıyor. Bu kez içerde kavgalar. Hakem camiasının içinde namussuzlar da var, çok namuslular da. Ama maalesef Türkiye'deki her meslek grubu ve topluluğun içinde olduğu gibi, namussuzların sesi fazla çıkıyor. Fazla gürültü yapıyorlar. Namuslular korkak, "Aman bulaşmayayım, konuşmayayım. Sonra bana da bulaşırlar" diyor. Kötü niyetlileri cesaretlendiriyor.
Başkası kullanınca 'tu kaka'
Peki, kime güveneceksiniz? Adalete. Şahsen Türkiye'deki adalete güvenmiyorum. Türk adaletinin gücü yüzde 20'lerde. Sahtekar, hırsız, namussuz, ırz düşmanı, çalan-çırpan mahkeme karşısında aklanıyor. Genelde mağdur olan namuslu. Bu, toplumun genel sorunu. Böyle toplumda hakemlerden fazla birşey beklemenin çok anlamı yok.
Yöneticiler Türkiye'de çok şeyi biliyorlar. Çok şeyi de yapıyorlar. Yıllardır kullandıkları isimler var. Hakemlerin hem yönetici kadrolarında, hem faallerde. Kendileri işi bitirdi mi, herşey toz pembe. 2-3 sene sonra aynı adam karşı kulüp tarafından alındı mı, bağırıyorlar. Olur mu öyle şey? Fazla da konuşamıyorlar. Çünkü, kendileri de yapmış. İşi de biliyorlar.
Herkes karşıdaki konuşsun diyor. Ben de onlara diyorum ki, sizin ananız güzel. Ben size Özer Altın gibi kemanımla yol gösteriyorum. Gerisi size ait arkadaş. Siz sahanın dışında birbirinize ateş ediyorsunuz. Tabancalarınızın kimler olduğu belli. Başkası o tabancayı kullandı mı, tu kaka.
Okkanın altına ben gitmem
Türkiye Ligleri'nde başkanlık ve futbol şube sorumluluğu yapan herkes, çok şey biliyor. Bu iş o kadar yaygın ki, 3 sene önce Hürriyet'in eski sahibi Erol Simavi bile SABAH'taki bir yazım dolayısıyla beni Frankfurt'tan aradı. Eski bir FIFA hakemi hakkında, başından geçen bir olayı anlattı. Ve benim yazımın doğru olduğunu söyledi. Bu, çok ufak bir detay. Böyle yüzlerce, binlerce var.
Önceki gece MARATON'da Ahmet Çakar çıktı konuştu. Haluk Dikmen çıktı konuştu. Karşı taraftan Ertuğrul Dilek konuştu, Bülent Yavuz konuştu. Mesela Hıncal Uluç. Engin Kurt hakkında bana konuşuyor, başka yerlerde konuşuyor. Ama sütunlarında yazamıyor. Yazın kardeşim. Yazabildiğiniz kadar yazın. Ama aynı Engin Kurt beni mahkemeye verdi ve kazandı. Helal olsun ona ve onun gibilerine. Yarın bakarsınız Hıncal da 'Ben böyle bir şey söylemedim' der; Engin yine bana dava açar, kazanır.
Arkadaşlar, ipin ucunu veriyorun. Hep beraber çekelim. Çekmiyorsunuz, çok uyanıksınız. Okkanın altına ben gideyim. Yemezler beyler, at çok terli.
|
|
Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|