Başbakan ve beraberindeki heyetin ABD'deki son durağı New York'un ünlü Metropolitan Klübü'nde düzenlenen bir öğle yemeğiydi. Normalde yalnızca üyelerin alındığı bu 'nezih' mekandaki yemek, ABD'nin Dış Politika Enstitüsü (Foreign Policy Institute) ve TÜSİAD tarafından düzenlenmişti.
Yağlı boya resimli yüksek tavanları ve 5. Cadde'ye bakan cephesi ile bilinen Klüp binası öğle saatlerinde hareketlendi. Heyeti hiçbir yerde yalnız bırakmayan Amerikalı güvenlik görevlileri sokağın köşelerinde yerlerini aldılar. Uzun boyları, ciddiyetleri ve kulaklarındaki telsiz kablolarıyla dikkat çeken görevliler, heyetin yaklaştığının habercisiydi.
Başbakan'ın konuşmasını dinlemeye gelenler arasında Türkiye ve ABD kökenli işadamları, politikacı, diplomat ve basın mensupları vardı. Benim masamda oturanların çoğu Türkiye'ye yatırım yapan yabancılardı. Diğer masalarda ise özellikle Türkiye'den pekçok tanıdık yüze rastlamak mümkündü.
Bir an için kendimi, masamdaki 'yabancıların' yerine koymayı denedim. Başbakan ve hükümet hakkında, hatta Türkiye hakkında kağıt üzerindekilerin ötesinde bilgim olmadığını varsaydım. Onların yerinde olsam acaba yemekten ne gibi izlenimle ayrılırdım?
Sayın Ecevit'in konuşması yemeğin sonuna doğru gerçekleşti. Başbakan çok iyi bir İngilizce'ye sahip. Bu yabancıların ilk dikkatini çeken nokta oldu. Verilen mesajların en önemlisi Türkiye ve ABD'nin 'ortak hedef ve görüşleri paylaştığı' doğrultusundaydı. Ekonominin gelişme hızı, bölgesel bir ticaret ve iş merkezi olma potansiyelimiz, Avrasya coğrafyasındaki etkinliğimizin artması gibi konular öncelikliydi. Ekonomik reformlardan ve hükümetin uyumlu çalıştığından bahsedildi. Depremde yapılan yardımlara değinildi. ABD ile işbirliğinin güçlendiği bir döneme girildiğinden söz edildi.
Başbakan'ın konuşması olumlu ve güven arttırıcı mesajlar taşıyordu. Soru-cevap kısmında klasik konular gündeme geldi: Kıbrıs, PKK, Türk-Yunan ilişkileri, insan hakları, komşularımız, özelleştirme gibi alanlar sorgulandı. Yabancılar, yeni birşey öğrenmemekle birlikte genelde memnun görünüyorlardı.
Yemekten daha fazla kişiyi tanımış ve bir Başbakan dinlemiş olarak ayrıldılar. Çizilen rota mantıklıydı da, bazılarının sabırsızlığını gidermeye yetmedi. Özelleştirme ve reformlarla ilgili 'ne zaman' sorusuyla ayrılanlar da oldu.
Uluslararası platformda önemli bir dezavantajımız var: Bizi iyi bilen, tarihi, stretejik ve ekonomik boyutumuzla yansıtabilecek akademisyenlerin sayısı az. Daha doğrusu, bu nitelikli olanlarımız var da, dünya ile ilişkilerinde onlara destek sağlanamıyor. Diğer bir devazantaj ABD'deki Türk toplumunun nüfusunun fazla olmaması.
Örneğin Yunan lobisinin hızına ve gücüne erişmek çok zor. Yine de, buradaki Türk toplumunun örgütlenmesi ve TÜSİAD gibi kuruluşların ABD'de temsili, Türkiye meselelerinin tanıtılmasını sağlıyor.