Aman ne kadar da büyümüş!
Neden bilmem, hepimiz aynı şeyi yaparız; on-on beş yıldır görmediğimiz bir çocukla karşılaştığımızda, "Aman Allahım, son gördüğümde bacak kadar çocuktu ne kadar da büyümüş" gibi laflarla garip bir şaşkınlık gösteririz.
Saçmalığa bakın. Ne olacaktı yani; aynı mı kalacaktı?
Şimdi Sayın Cumhurbaşkanımız -tam da cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde- Türkiye Cumhuriyeti'nin 75 yılda nereden nereye geldiğini gözlerimizin önüne serdiğinde, benzeri bir şaşkınlık göstermemizi bekliyor.
O, 1923'te 10 bin olan öğretmen sayısının 600 bine çıktığını söyleyecek; biz, "Vay vay vay" diye tezahürat yapacağız.
O, 1923'te 300 bin olan okullu sayısının 15 milyona çıktığını söyleyecek; biz şaşkınlıktan dilimizi yutacağız.
O, 75 yılda doktor-hastane rakamlarındaki artışı verecek; biz hayranlıkla alkışlayacağız.
Oysa, bütün bu "başarı" örneklerinin karşısında söylenecek tek bir laf var:
Ne olacaktı yani, 23'teki gibi mi kalacaktık?
Eğer Osmanlı İmparatorluğu yıkılmasaydı bugün Türkiye'de sadece on bin öğretmen mi olacaktı?
En kötü yönetilenler dahil, hangi ülke zaman akıp giderken durduğu yerde durmuş ki?
Eğer Sayın Demirel, bütün bu "kazanımları" anlatırken, "İyi ki saltanatı kaldırdık da cumhuriyeti kurduk" demek istiyorsa, boşuna dil döküyor. Çünkü zaten aksini düşünen yok.
Ama eğer, cumhuriyetin kazanımlarını övme adı altında devleti yönetenleri -ve tabii bu arada kendini- övmeye çalışıyorsa; yine boşuna dil döküyor. Çünkü bu çağda kimsenin, "Yaşasın! Artık Darülfünün'dan başka üniversitelerimiz de var" diye sevinecek hali yok.
***
Demirel'in Cumhuriyet'in kazanımlarını anlatırken yaptığı mantık hatasını görmemek için, gerçekten de, babasının her söylediğinde hikmet arayan saf bir çocuk olmak gerekiyor.
Toplumların gelişmesi ve büyümesi de tıpkı çocuklarınki gibi kaçınılmazdır. Anne babası ne kadar kötü, ne kadar ilgisiz olursa olsun, doğan çocuk büyür, boy atar. Yani, ya ölür ya da boy atar. Nasıl çocuğun yaşına bağlı olarak serpilip boy atışından anne babası bir pay çıkaramazsa, toplumun 75 yılda gösterdiği doğal gelişim yüzünden de o toplumun yöneticileri bir pay çıkaramaz.
Devleti yönetenlerin başarısı, zaten kendiliğinden olacak olan gelişmenin ivmesini hızlandırıp hızlandıramadıklarına bakarak anlaşılır. Bu da ancak, karşılaştırmalı tablolarla ortaya çıkar.
Demirel, Türkiye'nin iyi yönetildiğini ispatlamaya çalışıyorsa, 1953 yılında milli geliri ancak bizim kadar olan İtalya'nın neden bizi böyle yaya bıraktığını da açıklamalıdır. En yakın rakibimiz olan İspanya'nın 12 bin 500 dolarlık kişi başı milli geliri ile bizim 3 bin 160 dolarlık milli gelirimiz arasındaki uçurumu izah etmenin bir yolunu bulmalıdır. Avrupa Birliği'nin en fakir ülkesi olan Portekiz'in bile, 10 bin 500 dolarlık kişi başına milli geliriyle bizimkini üçe katlamasının mantıklı bir izahını yapmalıdır.
Daha dün Demirel'in demirperde ülkesi diye küçümsediği Polonya bile AB'ye girmişken biz hâlâ kapısında kalmışsak, 50 yıldır devlet hizmetindeyim diye övünenlerin buna bir cevabı olmalıdır.
Hadi o kadar gerilere, 1923'lere gitmeyelim. Demirel'in doğrudan sorumlu olduğu döneme bakalım: Dünya Bankası tarafından hazırlanan bir rapora göre, Türkiye'nin 1965'ten -ki Demirel'in başbaşkanlığı döneminin başlangıcıdır- 1998'e kadarki 33 yıllık sürede gerçekleştirdiği kişi başına gelirin ortalama büyümesi yüzde 1.5... Ve bu büyüme Tunus'tan bile geri...
Binaenaleyh, geçtiğimiz on yıllar boyu Türkiye iyi yönetilmedi.
Var mı bunun başka izahı?