


Silah yerine bilgisayar
Mahkmların cezaevlerinde ellerinde silâhları, gönüllerince cirit attıklarını, mafya çetelerinin birbiriyle savaşlarını orada dışardakinden bile daha rahat sürdürdüklerini gördük.
Son haber ise Leyla Zana'ya bilgisayar verilmiş olması... Küçük ve önemsiz bir haber gibi yeraldı basında. Her ne kadar Zana eski bir parlamenter ise de terörle ilgili bir suçtan hüküm giymiş... Teröristlere yardım etmekten..
Kendi ülkesine zarar verecek eylemlerde bulunan bir suçlunun cezaevinde bilgisayara sahip olması ne demektir bir düşünelim.
Bu insanlar herhalde hatıralarını kalemle yazmak yerine bilgisayara kaydetmek veya hesaplarını orada toplamak kolaylığı için istemiyorlar bilgisayarı. Kesin bir şey söylenmedi ama büyük ihtimalle Leyla Zana'ya bu teknolojik imkânı sağlayanlar, interneti ve ICQ'yu kullanabilmesi için telefon bağlantısını da yapmışlardır. Ve yine büyük ihtimalle bu imkân sadece ona değil, talepte bulunan ve talebini kabul ettirecek güçte olan başkalarına da sağlanmıştır.
Bu da şu demek oluyor; isteyen mahkum, sadece Türkiye sınırları içinde değil, dünyanın her köşesinde, istediği kişi ve kuruluşla, istediği bağlantıyı kurabilir, isterse olayları oturduğu yerden kolaylıkla, yönetebilir.
Şimdi ben çok merak ediyorum, Apo İmralı'dan yaptığı resmi (!) açıklamalar dışında bilgisayarla da Avrupa, Türkiye ve diğer ülkelerdeki PKK yöneticileriyle haberleşiyor mu?.. Neden olmasın?..
Bütün bunları duyduktan sonra doğrusu Yunanistan, İran, Suriye gibi sınırları içinde terörist eğitim kampı kurulmasına izin veren ülkelere kızmamamız gerekiyor.
Baksanıza bizim kendi kamplarımız mevcut zaten. Üstelik en son teknolojik imkânlarla donatılmış şekilde..
Broadway Türkiye'ye gelmiş!
Dünya klâsiği müzikâllerin çoğunu Londra'da izledim, "Beauty and the Beast" dışında. Bir tek onu Broadway'de görmüş ve gerek oyunun başarısına, gerek tüm dekor ünitelerinin sahne üzerinde bilgisayarla, kaydırılarak yer değiştirmesine hayran kalmıştım.
Bu yüzden de, uzun süredir müzikâlleri Türkiye'ye getirme hayali taşıyan Levent Kırca "İlk müzikâl Beauty and the Beast olacak" dediğinde hemen izlediğim oyunu hatırlamış ve itiraf etmeliyim "Bizim imkânlarımızla ne kadar olabilir ki" diye düşünmüştüm. Geçen Cumartesi akşamı müzikâlin provasını izledim ve çok yanıldığımı anladım. Açıkçası gözlerime inanamadım. Cuma akşamı başlayacak oyunda Levent Kırca-Oya Başar Tiyatrosu sanatçıları ile Yekta Kara'nın özel izniyle İstanbul Devlet Balesi sanatçıları rol alıyor. Ve Levent Kırca yönetiyor. Bu Beauty and the Beast'in orijinalinden farkı, araya Türkiye'nin güncel olaylarının espri olarak yerleştirilmiş olması. Yani, bir yandan klâsik anlamda bir müzikâl izlerken, aynı anda oyunun içinde 'Olacak o kadar'ın güldürü unsurunu da buluyorsunuz.
Ömer Pınar ve Yaşar Arak'ın yazdığı oyunun başarısında büyük payı olan müzikleri Server Acim hazırlamış. Broadway'de izlediğimin tıpatıp aynısı olan dekorlar ile olağanüstü güzellikteki kostümlerin tamamı 'Olacak o kadar' ekibinin uzmanları tarafından yapılmış.
Sanatçıların hemen hepsi rahat ve başarılı oyunlarıyla dikkat çekiyorlar. Özellikle kalabalık sahnelerde tam bir reji dehası gösteren Levent Kırca, oyunu seyirci karşısına çıkarmadan önce provaları tiyatro ve medyadaki arkadaşlarına izleterek tenkit ve tepkilerini alıyor.
Banvit'in yarı yarıya ortak olarak destek verdiği ve şu ana kadar 250 milyar TL harcanan müzikli oyun için Kırca "Artık basit dekorlar önünde tiyatro zamanı geçti. Tiyatroya emek vermek, ciddi yatırımlar yapmak gerekiyor. Bu piyes şablon olacak, eğer başarılı olursa arkadan diğer müzikâller gelecek" diyor.
'Güzel ve Çirkin'den çocuklar da büyükler kadar zevk alacaklar. Batı'daki oyunlara, müzikâllere hayranlık duyanlar, istendiği takdirde bizde de olabileceğini görecekler. Belki de "Güzel ve Çirkin" Türkiye'de 'Müzikâl Turizmi'ni başlatacak. Diğer şehirlerde oturup da oyunu izlemek isteyenler biletlerini ayırtıp İstanbul'a gelecekler.
Ve eminim ki oyundan çıkarkan şöyle diyecekler; "Ruhat Mengi göklere çıkarmıştı ama çok haklıymış!"
Süre 'ömürboyu' olsun!
Formül tartışmalarına bayılırız ya, elimize yeni bir fırsat geçti, formüller sakız gibi uzayıp gidiyor. Cumhurbaşkanlığı süresi '5+5' yıl mı olsun, '7+5'mi olsun, '7+3' mü?
Seç seçebildiğin kadar.
Orada kalsa yine iyi.. Demokrasi özürlü partilerimizin bazısı açıkça, bazısı üstü kapalı olarak cumhurbaşkanını halkın seçmesini sakıncalı buluyor. Yani gerçekten en demokratik olan çözüm şu anda en az taraftar topluyor.
Halkın kaygı duyduğu birçok önemli sorunu hiç önemsemeyen DSP ve ANAP'ı cumhurbaşkanını halkın seçmesi ihtimali acaba niçin bu kadar kaygılandırıyor?
Onları Meclis'e sokan, iktidara getiren aynı halk değil mi?
Eğer bu halkın seçimine güvenilemezse kendilerinin orada ne işleri var?
Az konuşan, konuştuğu zaman da tozu dumana katan FP Genel Başkanı Recai Kutan ise bakın ne demiş:
"Biz milletvekillerinin de, cumhurbaşkanının da 4+4 yıllığına seçilmesini istiyoruz.."
Pişmiş aşa su katmak nasıl olur, bir problemi çözümsüz hale getirmek için ortalık nasıl karıştırılır, Kutan sanki bunu ispatlıyor.
İnşallah yanılırız ama görünen şu; günler böyle geçecek, Mayıs gelecek. Ve o gün, halkın isteğine uygun bir seçim değil, kendilerine en uygun olan seçimi yapacaklar.
Yazık olacak!