İki nedenle:
İlki, devletin, deprem sonrası kurtarma ve organizasyon çabalarında başarısız olduğu yolundaki genel izlenim..
İkincisi de; başarısız olduğu sonucuna varılan devletin "alternatif"inin olduğuna inanılması: Devlet yoksa "sivil toplum" vardır.
Çok güncel ve yaygın da olsa, bu tartışmanın aydınlar arasında cereyan ettiğinin altını çizmek gerekiyor..
Aydınlar dışındaki geniş halk kesimlerinin devletle ilişkisi genel olarak iki söylemde kendini belli ediyor:
Eğer, durumundan memnunsa; "Allah devlete millete zeval vermesin; Allah devletimizden razı olsun" kelâmı...
Eğer durumundan memnun değilse; "nerde bu devlet, nerde hükümet" feverânı...
Arada başka bir söylem, başka bir eylem yoktur...
Aydınsa, sorgular...
Bugünlerde olduğu gibi...
Depremle ilgili "pratik" zemindeki devlet tartışmaları; yargıtay başkanının çıkışıyla "anayasal" zemine taşınmıştır..
Devlete bir şey yapılacaktır da, ne yapılacaktır?.. Nasıl yapılacaktır?
Kimilerine göre iş zordur.
Çünkü devlet, içte ve dışta bütün düşmanlarını yenmiştir.
Sırasıyla; devlete meydan okuyan Komünistler, Şeriatçılar ve Kürtçüler "etkisiz" hale getirilmiş... Aslına bakarsanız dışarda da düşman kalmamıştır. Öyleyse, devlet her zamankinden daha güçlüdür..
İsmet Özel, devletin böylesine güçlü olduğu bir dönemde, "o"na karşı yönetilen eleştirilerin artık anlamsızlaştığını söylüyor...
Özel'in görüşlerini sütunlarına taşıyan Gülay Göktürk'se, "düşmansızlaşma" olgusuna olumlu bakıyor.
"Karşıt kutbu" kalmayan devletin, değişim çağrılarına direnme sebebinin ortadan kalktığını savunuyor.
Bütün bu tartışmalardan henüz "net" bir sonuç çıkmıyor..
Yani "nasıl bir devlet" sorusunun cevabı verilebilmiş değil..
Arayış sürüyor..
Daha ötelere giderek "devletsiz bir toplum" modeli öne sürene ise şimdilik rastlanmıyor.
Bir "devlet" olacak; ama hangi modele oturacak, o belli değil...
Geçmişte, Türkiye'deki bütün temel çatışma eksenlerinin arkasındaki güçlerin, hatta kendisini çok "devrimci" sayanların bile "devlet"e karşı olmadığı biliniyor..
Yani, amaç, devleti yok etmek değil, devleti ele geçirmekti.. Şimdi, devleti ele geçirme isteği ve hedefi olmadan; devleti tartışma eğiliminin öne çıkması, daha inandırıcı, daha samimi ve daha gerçekçi olarak değerlendiriliyor...
Ancak; burada da iki önemli eksik ortaya çıkıyor: Türkiye; devleti olağan zamanlarda tartışmıyor hiç.. Daha doğrusu tartışamıyor..
Ya "demokrasi açısından kriz" anlarında, yani bir "yönetim bunalımı" yaşandığında..
Ya da felaket zamanlarında..
Öyle olunca da kendisine model bulmakta zorlanıyor...
Dışarda, bu bedene "tıpatıp" oturacak hazır bir elbise yok yani..
Her şeyin olağanüstü yaşandığı ve olağanüstülüğün "olağan" hale geldiği bu ülkeye; "olağan" ülkelerin elbiseleri dar geliyor..
"Biz beceremiyoruz, eloğlu beceriyor" diyenlerin pek beğendikleri "model"lerin altından da çapanoğlu çıkıyor..
Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan'ın o açıdan satırları dikkat çekici:
"Rahatsız edici gerçek şu: Türk ve Tayvan devletleri arasındaki temel fark bizimkinin çok daha demokratik, diğerinin çok daha otoriter olması.. Bizde siyasilerle patronaj temelinde birleşen geniş halk kitlelerinin demokrasi adına yasa ve kuralları çiğnemelerine karşılık, politik müdahalelere maruz kalmayan Tayvan bürokrasisinin ülkeyi çok daha iyi yönetmesi.
Daha çok demokrasi, birçok bakımdan önemli olsa da, etkin yönetim kurmanın başka şartları da var. Bunlardan bir kısmı halkın demokrasi anlayışıyla her zaman uyuşmuyor."
O şarkıdaki gibi sormalı: "N'apcaz şimdi?"
Bu tartışmaların ikinci eksiği, aslında "N'apcaz şimdi"nin de yanıtını veriyor..
Devlete ilişkin tartışmaları, bugünün "mevcut koşulları"ndan, sorunlarından ve ihtiyaçlarından koparıp çok ama çok ötelere taşımak..
Ortayaşlı aydınların tartışıp durduğu; Yargıtay Başkanı'nın ya da benzerlerinin çarpıcı önerileri aydın gençleri neden "zerrece" ilgilendirmiyor?
Çünkü "16-24 yaş arası genç Türk entelektüelleri", başka bir cumhuriyette "sörf" yapıyor: Bilgi cumhuriyetinde..
Bugün varlığından yakınılan pek çok kurumu anlamsızlaştıracak yegane yöntem, yarından daha uzak bir geleceğe projeksiyon tutmaktır..
O projeksiyonun aydınlattığı yerde; bilgi cumhuriyeti ve onun yönetim aygıtı olan "bilgi devleti" duruyor.
Birkaç on yıl sonrasının dünyasında düşünce sörfleri yapmak ütopik sayılmamalı..
Hz.Ali der ki: "Evlatlarınızı devriniz için değil, onların devri için yetiştirin..."
Çağa yetişmek istiyorsanız!