Kamu özel sektörü kovdu
Merkez Bankası eski Başkan Vekili Zekeriya Yıldırım, banka kredilerindeki artışın yüzde 30'da kaldığına, buna karşılık Hazine'ye verdikleri borcun yüzde 150 arttığına dikkat çekti. Yıldırım bunun sonucunda özel sektörün para piyasalarından dışlandığını vurguladı
Hükümetin ekonomi alanında yaptıklarını nasıl değerlendiriyor sunuz?
Parlamento çalışmaları son aylarda önemli bir ivme kazandı. Türkiye'nin yıllardan beri gerçekleştiremediği yapısal reformlara el attı. Bunlar bugüne kadar hükümetin ve parlamentonun hanesine yazılacak iyi notlar. Ama ekonomi açısından baktığımızda değişmeyen bir şey görüyoruz: Yüksek faiz. Bugün faizler yüzde 100'ün altına indi ama enflasyonu yüzde 55 kabul edersek, hala yüzde 35 reel faiz var, ki bu oldukça yüksektir.
Yapısal reformlara ve olumlu icraatlara rağmen faizler neden düşmedi?
Hükümet bu yapısal reformları hazırlar ve Meclis'e sunarken, bunların tek başına birer kurtuluş reçetesi olduğunu söyledi. Her yapısal reformun sonunda Türkiye'de bir şeylerin değişeceği söylendi piyasalara. Oysa bu reformlar tek başına kurtuluş reçetesi olamaz. Bunlar bir bütünün parçaları. Ancak bu program bir kurtuluş reçetesi. Bu da piyasa psikolojisinin tabiri yerindeyse laçka olmasına neden oldu. Zaman zaman iyimserliğe, zaman zaman kötümserliğe kapıldı. Her reform maddesinin kanunlaşması sürecinde piyasada anlık oynamalar gördük.
Piyasalar tek tek uygulamaların bir bütünün parçaları olduğunu göremedi mi? Güçlü bir beklenti neden yaratılamadı?
Bir stabilizasyon programı şekillendiriliyor. Bu programlar reel etkilerin yanında piyasa psikolojisini de etkileyerek önemli rol oynar. Bütün bu piyasa psikolojisinden amaç, enflasyonist beklentilerin kırılmasıdır. Herkesin gelecekte daha düşük bir enflasyon altında yaşayacağını düşünmesi ve davranışlarını buna göre ayarlamasıdır. Ama IMF ile başlatılan stand-by süreci çok uzun sürüyor. Bu da piyasada beklenen şok etkinin yaratılmasına engel oluyor.
Güvensizlik aşılıyor
Bunun geçmişi Türkiye'nin uzun yıllar yarattığı güvensizliğe dayanıyor ki bu sadece hükümetlerin sorunu değil. Bir program yapıldığında bunun tamamıyla yasalaşması gerekmez. Verilen sözlerin karşı taraf için geçerli olması lazım. Uzun yıllar hükümetler söz vermiş ama yapmamış. Bugün gelinen noktada ise IMF "Tamam stand-by yapalım, ama siz önce ödevinizi yapın, çünkü ödevinizi yapmadığınızı çok gördük" dedi. Bu güvensizlik ortamının bir an önce güven ortamına dönmesi lazım. Bunun işaretleri de görünüyor.
Bu yılki bütçe performansının iyi gitmemesi ne gibi sonuçlar yaratıyor?
Türkiye maalesef 1999 yılı bütçe uygulamalarıyla kayıp bir yıl daha yaşadı. Bütçe açıklarının hükümet kurulmadan önce alarm vermeye başladığını biliyoruz. Bu seçimde yapılmadı sanıyoruz ama geçtiğimiz seçimde de "seçim uygulamaları" olmuş.
Krediye değil bonoya
Biliyorsunuz artık bütçe uygulamalarının başarısını, yaratılan faiz dışı bütçe fazlasının GSMH'ye oranıyla ölçüyoruz. Böyle baktığımız zaman daha önceki yıllarda yüzde 4 civarında oluşmasına alıştığımız faiz dışı bütçe fazlasının 1999 yılında yüzde 1-1.5 civarlarında çıkacağı görülüyor. Bu borçlanma ihtiyacını artırıyor. Nitekim son bir yıl içerisinde bankacılık kesiminin reel sektöre verdiği kredilerde artış yüzde 30'da kalırken, TL üzerinden düzenlenmiş menkul kıymet cüzdanlarındaki artış yüzde 150'yi bulmuş.
Biz yüksek faizle devletin aşırı borçlanması sonucu reel sektörün piyasadan dışlandığını düşünürdük. 1995-98 yıllarında yabancı kaynağın yoğun olarak kullanılması nedeniyle bu dışlanma etkisini çok iyi fark edememiştik ama Rusya krizi sonrasında içinde yaşadığımız ortam bu dışlanmayı net olarak ortaya koydu.
Geçmişin analizinden sonra geleceğe bakarsak, önümüzdeki dönemde ekonomiyi ve piyasaları en çok hangi olaylar etkileyecek?
Önümüzde iki tane kilometre taşı var. Biri ncisi, Sayın Başbakan'ın bu ay sonunda yapacağı ABD ziyareti. Bu ziyaret sonucu umarız ki IMF ile aramızdaki güvensizlik güvene dönüşür ve program artık fon tarafından onaylanacak bir seviyeye gelir. Bu, piyasalar için de iyi bir sinyal olur.
İkincisi, Aralık ayında AB Zirvesi'nde Türkiye'nin adaylığının daha net olarak ortaya konulması. Bence bu da stand-by kadar önemli. Türkiye ancak dış kaynak bulabildiği ölçüde büyüyebiliyor. Dış kaynakların bir an önce mobilize edilebilmesi için stand-by'ın devreye girmesi ve Türkiye'nin AB adaylığının tescil edilmesi çok önemli.
Gider reformu
Sizce kamuda gider reformu nasıl yapılmalı?
Devlet örgütünün yeniden yapılanması gerekli. Sık sık gider reformundan bahsediyoruz. Aslında devlet bütçesinin yarısı faize çalışıyor. Geri kalan kısımdan da kırpacak fazla bir şey göremiyorum. Gider reformu devletin yeniden yapılanmasıyla birlikte ele alınmalı. Gider reformu yapılabilir ama asıl yapılması gereken, aynı gider ile daha iyi hizmet verebilecek bir devlet yapısının ortaya çıkmasıdır. Bir ay önce yaşadığımız deprem felaketinde devletin ne kadar etkisiz kalabildiğini gördük.
Halka satarak özelleştirme
Bir yıl aradan sonra özelleştirmeye yeniden başlıyoruz. Bu alandaki başarısızlığın nedeni sizce ne, performans artışını nasıl sağlarız?
Türkiye'de özelleştirme, fikri olarak kabul edilirken uygulamaya negatif psikoloji yerleşmiş ve her uygulama tartışmalı hale gelmiştir. Bugün yapacağınız özelleştirmelerde hangi uygulamayı yaparsanız yapın, halka açılma stratejisini de dikkate almanız lazım. Örneğin Petrol Ofisi'nin yüzde 51'ini blok olarak satacaksanız bunun yüzde 10'unu da borsada halka açmanız lazım.
Halka arzın yanında kamuoyu vicdanını rahatlatacak bir şey daha var. Devlet çalışanlarından kestiği zorunlu tasarruf fonlarını ödeyip ödemeyeceğini herhangi bir plan içinde anlatabilmiş değil. Bu Zorunlu Tasarruf Fonu bir yatırım fonu haline getirilebilir ve bu fona her özelleştirmeden yüzde 5-10 bir pay ayrılabilir. Türkiye özelleştirme fikrini dünyada ilk ortaya atan ülkelerden biri. Ama maalesef uygulamalada performansı en zayıf ülkelerden biri haline geldi.
AB adaylığı önemli
Zekeriya Yıldırım'a göre, önümüzde iki tane kilometre taşı var. Birincisi, Başbakan'ın ABD ziyareti ve bu ziyaret sonucu IMF ile anlaşmanın şekillenmesi. İkincisi, Aralık ayında AB Zirvesi'nde Türkiye'nin adaylığının daha net olarak ortaya konması. Yıldırım
"Bence bu da stand-by kadar önemli" diyor. Kurtuluş, birleşme ve ihracatta
Özel sektör bu kriz ve durgunluk ortamından nasıl bir yapılanmayla çıkabilir?
Bence özel kesimde yanlış bir hava var. Özel kesim bütün bu reform uygulamalarıyla 1998 Haziran'ındaki koşulların yeniden oluşacağını umuyor. Bana göre farklı koşullar oluşacak. Bir kere iç talebi canlandıramayız. Bu stabilizasyon programı içinde yatan bir şey. Her stabilizasyon programı iç talebi kısmaya yöneliktir. Benim tavsiyem ihracata bakmaktır. Özel sektör dışarıya bakmalı. Tekstildeki sıkıntı aşılabilir. Bu yapılamayacak bir şey değil. Kota ile ilgili haberler fena değil. İçe dönük bir pazarlama anlayışından dışa dönük bir pazarlama anlayışına geçmek gerek. Türkiye, 1995-98 arasındaki büyümesini önemli bir dış borçlanma ile başardı. Özel sektör de bu sürede önemli oranda borçlandı. Şimdi özkaynakları güçlendirme zamanıdır. Bu yüksek faizin getirdiği olumsuzlukları aşmak için hükümetin programı yeterli olmayacaktır. Bu nedenle özkaynaklar güçlendirilmeli, öznaynağı olmayanlar da ortak arayışına girmeli. Oysa özel sektörde bu eğilimi göremiyoruz.
Bunun nedeni nedir sizce?
Özel sektörde ortak arayışını zora sokan bir saplantı var. Özel sektörde yüzde 51'in kimde olduğu hâlâ çok önemlidir. Ama özellikle sermaye piyasasına açılan şirketlerde çoğunluğu elinde bulunduranlar belirli standartlara uymak zorunda. Yani artık yüzde 51'i elinde bulunduran istediği biçimde yönetemiyor. Bizim bu çağdaş yönetim biçimine alışmamız lazım. Şirket yönetiminin bağlı olması gereken kurallar için, dünyada Corporate Governance diye bir kavram gelişti. Küreselleşme çerçevesinde herkes bunu tartışmaya başladı. Biz de kendimizi buna uydurmalıyız. Özel sektör artık ihracata yönelik bir pazarlama anlayışına girmeli ve özkaynaklarını mutlak suretle artırmalı.