Deprem, sistemi "fenersiz" yakaladı ve hastalıkların ne kadar derin kökler saldığını gösterdi.
Gücünü gerçekten halktan aldığına inanan bir iktidar, Sağlık Bakanı Osman Durmuş'u ve Kızılay Başkanı Kemal Demir'i çoktan başından atardı.
Depremin üstünden bir ayı aşkın zaman geçti, insanlar hala çadır peşinde..
Yardımlar düzenli dağıtalamadığı için halkın heyecanı öldürülmüş, yardımlaşma duygusu sabote edilmiştir.
Yalova'da ilk onarımların parti yöneticileri arasında pay edilmesi, siyaset kurumuna güvensizliği, tiksinti ve nefret boyutlarına yükseltmiştir. Adapazarı'nda acılı yığınlar devletin polisi ile karşı karşıya getirilmiştir.
Milletin alicenaplığını yardım bekleyenleri mutlu edecek nehirlere dönüştürmek, çağdaş bir devlet için işten değil. Ama olmuyor.
Çünkü "Bal tutan parmak yalar" kültürü içinde semiren siyaset oligarşisi bütün yolları tıkamıştır. Payını almadan hiç bir girişime geçit vermiyor.
Böyle korunmaz..
Türkiye Odalar Birliği Başkanı Miras dün 250 milyar liralık ilk yardımlarına el konulduğu için 100 milyon dolarlık büyük kampanyayı durdurduklarını açıkladı.
"İlk etapta bin, tamamı 5 bin konut yapmayı hedefliyoruz. 7-8 ayda bitiririz. Ama devlet bize arsa göstermiyor" dedi.
Devlet, başarısızlığa sahip çıkamaz. Sağlık Bakanı Durmuş'u görevinden alamayan Başbakan, Kızılay'ı da kurtaracak adımı atamıyor. Kemal Demir'e istifayı hatırlatamıyor. Neden?
Birine katlanıp öbürüne "git" diyemez.
Kızılay'ı Demir'den kurtarmakla açılacak kurtuluş yolu önünde dururken basına sitem ediyor: "Eleştirilerin tahrik ölçüsüne varmamalı. Bu devlet hepimizin devleti.."
Eski bir gazeteci olan Ecevit, bu eleştirilerin devleti ve halkı korumaya yönelik olduğunu göremiyor. Sağlık Bakanı ile Kızılay Başkanı'nı devletin yerine koyuyor.
Durmuş durdukça, Kızılay Kemal Demir'in "Kızılayıp"ı olarak kaldıkça devlet "hepimizin devleti" olamayacak; bunu unutuyor!
"Türk'ün Türk'ten başka dostu yok" diyen kafanın şifa yönünde değişmeye başladığına bir işaretse bu, hayra yorabiliriz..
Osman Durmuş'a göre yabancılardan gelen kan, ilaç, hastane ve doktor yardımlarını "ihtiyacımız yok" diye geri çevirdiğine dair haberler yalandır ve Türkiye'deki "Marksistler" tarafından düzenlenmiş bir saldırıdır.
Oysa bu sözleri yüzünden Başbakan'ın kendisine "sus" uyarısı yaptığını, ırkçı baltası ile devirdiği çamlar yüzünden kendi partisinde bile yalnız kaldığını, durumu düzeltmek için düzenlediği basın toplantısında "Cehaletim olabilir, uyarın beni" dediğini, onu o koltukta görmek istemeyen on binlerce imzanın Ankara'ya aktığını unutmadık.
Yerini dolduramayan siyasetçilerin basına saldırması, başarısız bir insanın aynada kendi suratına tükürmesi değil mi?
Böyle yöneticilere mahkum olmak, Türkiye için depremden de büyük bir talihsizlik değil mi?