kapat

29.08.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Aslında komik bir kadın
O "Kırmızı Pazartesi"den önce, normal hayatımızın akıp gittiği günlerde yapmıştık bu söyleşiyi. Gelecek deprem felaketinden habersiz, Zuhal'in yeni taşındığı evinde neşe içinde konuşmuştuk.

Sonra kaldırdık satırlara dökülen bu güzel anıları bir kenara. Yürek acısı, can korkusu, bir şeyler yapamamanın çaresizliği ve suçluluğu ile deprem felaketine kilitlendik hep birlikte.

Bir yandan gördüğümüz dehşet sahnelerinin karşısında insani bir duyguyla hayatta olduğumuza sevinirken, öte yandan da onlar adına "ne yapabilirim"in çaresizliğini ve suçluluğunu yaşadık. İçiçe geçmiş karmaşık duyguların içinde belki de hayatlarımızın en zor günlerini atlatmaya çalışıyoruz.

Hiçbirimiz bundan oniki gün öncesi gibi değiliz. Başka türlü bakıyoruz hayata. Yaşadığımız bu felaket çok şey aldı götürdü bizden. Ama acı da olsa çok şey de verdi. En azından bir birey olarak artık bir şeyler yapmak gerektiğinin sorumluluğunu ve isteği var insanlarda.

Bu da beni oldukça umutlandırıyor.

Bir an önce hayata dönmeli, yaralarımızı sarmalı ve "elele neler yapabiliriz?" sorusunun peşine düşmeliyiz.

***

Şimdi Zuhal Olcay'ın evindeyiz. Yani kötü günlerin henüz başlamadığı, o hoş günde.

Karşımda en sade hâliyle oturan hayranı olduğum kadının, yıllardır filmlerinde izlediğim o hüzünlü kadınla en ufak bir benzerliği bile yok.

Aksine o, son derece neşeli, muzip ve komik biri. Onu kabullendiğimiz gibi sakin, soğuk ve vakur biri ise hiç değil. Tezcanlı, heyecanlı, açık, samimi, telaşlı, kendisi ile dalga geçebilen, kaygıları olan biri Zuhal Olcay.

Hüzün benim imajım!
O hüzünlü kadın nerede?

"Marilyn Monroe'nun 'aptal şarışın' imajı vardır. Benim de hüzünlü kadın imajım. Gerçek öyle değil. Aslında komik bir kadınım ben. Ama yüzün ifadesine inanıyorum. Mesela 'Gecenin Öteki Yüzü'nde soğuk, gururlu, onurlu, ser verip sır vermeyen kadın karakteri benim kişiliğimle çok özdeşleşmiş gibi geldi insanlara. Ve beni öyle de kabullendiler.

Benim kişiliğimde şöyle bir şey var; ben çok açık bir insanım, dostlarımın, sevdiklerimin yanında hiçbir maskem yoktur. Ama ben güven duymadığım ortamlarda da çok hırçınlaşırım. Bütün perdeleri kapatırım. Yine de bu, 'hüzünlü kadın' damgası yemem için bir neden olmamalı. Çünkü herhalde herkes öyledir. Neticede savunma mekanizması. Sonuçta insanız."

Hüznü dibine kadar yaşarım
Hüzünlü kadın damgası dedin... Bu imaj seni rahatsız mı ediyor?

"Ben de herkes kadar seviyorum hüznü. Hüzün, yaşamın özünde olan ve çok dominant bir duygu. Ben o hüzün portresinin içine iyi oturuyorum. Neşeli, yırtık, kaygısız, açık, rahat kadın portresinden çok o portreye daha çok yakışıyorum demek ki. Bu da bir kader. Ama bugün 'Çatısız Kadınlar'da daha yırtık, dişlerini gösteren, varolmaya çalışan, hiperaktif bir karakteri oynuyorum. Bu bana daha yakın bir karakter. Çatısız Kadınlar'ın Leyla'sı hüzünleri ile dalga geçebilen, mücadeleci, neşeli, üzülen ama üzüntüsü ile dalga geçebilen bir kadın. Gerçekten bana çok yakın biri Leyla. Ben de gerçekten hüznü yaşarken dibine kadar yaşarım. Sonra da kendimle dalga geçerim."

Çatısız Kadınlar lüksü
Sen de Lale (Mansur) gibi, çok keyifle bahsediyorsun Çatısız Kadınlar'dan... Biraz anlatır mısın?

"Çatısız Kadınlar, benim yaptığım en güzel işlerden biri. Çok severek ve çok inanarak yaptığım bir iş. Sevmenin ötesinde inanarak yapmak çok önemli. Bir kere Mahinur Ergun gibi bir senarist ve yönetmenle çalışmak çok büyük bir şans. Lale Mansur da çok özel biri. Üçümüzün arkadaş olması, aynı görüşlere sahip olmamız, tabii ki işi daha da güzelleştiriyor.

Bu tür çalışmalar içinde meslektaşlar arasında oluşan o gerilimlerin, çekişmelerin çok ötesine geçmiş insanlar ikisi de. Kişiliklerine ve tavırlarına farklı bir anlam getiriyor bu. Bu bağlamda bir lüks yaşıyoruz tabii.

Tek dileğim bu dizinin kitlelerle daha fazla buluşması. Başarılı olacağından hiç kuşkum yok ama mevsim yüzünden, sıcak yüzünden insanlar evde oturmuyor diye bir endişe duydum bir süre. Kitlelerle buluşabilmesi başarılı olması için çok gerekli."

Oyuncu olma kararı
Zuhal, ailenin tek çocuğu. Ev kadını olan annesi ve erkek berberi olan babası onu sevgiyle ama şımartmadan büyütür. Sanatçı olmaya Üsküdar Halil Rüştü İlkokulu'nda okurken, yani daha küçük bir çocukken karar verir.

"Ben oyuncu olmak istiyorum" dediği zaman ailesinden destek görür. Üsküdar Kız Lisesi'nden mezun olur olmaz, 14 yaşında Ankara'ya gider ve konservartuar eğitimi için yatılı öğrenciliği bile göze alır.

Evden ve aileden uzakta geçen ilk yıl çok zordur. Annesine özlem ve gözyaşı dolu mektuplar yazar her akşam. Ertesi yıl azalmaya başlar mektuplar. Çevre edinir ve ayaklarının üzerinde daha sağlam durmaya başlar. Ve Ankara'da geçirdiği 5 yılı hayatının en güzel dönemi olarak anılarına kaydeder.

Anarşist bir tarafım var
Haşarı ve yaramaz bir çocuk olmamasına rağmen, okul döneminde karakterinin en önemli özelliğini farkeder...

"Sakin bir çocuktum ama okulda biraz değiştim. Aslan burcunun tuhaf bir özelliğidir; kuralları sevmemek ama kendi kurallarına sıkı sıkı bağlı olmak. Anarşist bir tarafım var benim. Sıkılmaya ve baskıya gelemiyorum. Baskı ve kurallar beni delirtiyor. Ama bunun yanında kuralcı bir tarafım da var.

Şöyle söyleyeyim; çok fazla çelişkiyi ruhunda barındıran bir kadınım. Bu, kişiliğimi ilginç yapan ama hem beni hem de çevremdekileri çok yoran bir şey. Böyle doğmuşum. İnanılmaz çelişkileri olan biriyim. Yani 'bunu böyle yapan kadın, şunu nasıl yapabilir?' gibi düşünmelerini sağlıyorum insanların.

Dengesiz bir tavır yansıtmıyorum, bunu yapmayacak kadar akıllıyım ama bu çelişkiler beni çok yoruyor. Bugün başka, yarın başka bir şeyden hoşlanabiliyorum.

Çok duygusal bir insanım, zaman zaman taş kadar duygusuz da olabiliyorum, ben bile şaşırıyorum kendime. Ani duygu değişimleri yanınızdakileri de şaşırtıyor ister istemez. Doğal olarak bunu çevremdekilere yaşatmaya hakkım yok diye, bu sefer kendimle daha fazla savaşıyorum. Bu da çok yorucu."

Kendimle çok

eğleniyorum

Zuhal'i yoran diğer bir özelliği ise fazla enerjisi. Sürekli kıpır kıpır, hareket hâlinde. Eşi Haluk Bilginer'in bazen kendisine kızıp "yeter artık kıpırdama" dediğini anlatıyor gülerek.

Kendisi ile dalga geçtiği diğer bir konu da, evhamlı olması...

"Evde büyük bir eğlencedir benim evhamım. Bir tarafımda ufak bir sivilce görsem ortalığı ayağa kaldırırım. Ama önemli olan ne biliyor musun? Bu evhamı dışarı yansıtmamak. Bu taraflarını görüp eğlenmek, kendi kendinle dalga geçebilmek. Bunu son yıllarda yapmaya başladım. Çok eğleniyorum kendimle.

Artık şöyle düşünüyor ve bakıyorum hayata; hayatı bir iş günü olarak düşünürsek, mümkün olduğu kadar verimli olmak, eğlenmek ve eğlendirmek. En çok mutlu olarak, en az acı çekerek yaşamak. Çünkü acı çekmeden olmuyor. Ama önemlisi o acı, o kriz anlarını en az yara alarak geçiştirmek.

Ben bunu yapmaya çalışıyorum. Hiçbir şey dünyanın sonu değil. Hafife alıyorum hayatı artık. Kendime günlük iki saat limit koyuyorum üzülmek için. Eğer iki saati geçerse hemen başka şeylerle geçiştiriyorum."

Yaptığım işin

farkına varılsın

Her şeyi kendine göre düzenleyen, kurallarını kendi koyan yapısı hırslarına yenilmemeyi de öğretmiş ona. Hırsı var ama asla başkalarını paralayan bir hırsa sahip olmadığını düşünüyor. Kendi hırsını oldukça iyi niyetli buluyor. Yeter ki yaptığı işin farkına varılsın...

"Yaptığım işin farkına varılmadığı zaman sinirlenirim. Hele başkalarının vasıtası ile bir yere gelme olayı beni kahreder. Başarı hanesine bile yazmam onu. Diplere gömerim. Gerçi hiçbir zaman fırsat vermedim böyle bir şeye. Kaza eseri olsa bile unutmak isterim. Ukala tarafı da vardır ya Aslan'ın. Ben yapacağım, yapmazsam da yapmam şeklinde."

Haluk gibi bir adam yakalamışsanız...
O, hayatı ağır ve büyük bir lokma olarak görüyor. Ve bu büyük lokmayı elinden geldiğince küçük parçalara ayırarak rahat rahat çiğnemeye çalıştığını düşünüyor.

Aşk ise hastalıklı ve kahredici bir heyecan ona göre. "Ama tabii çok güzel bir şey aynı zamanda," diyor gözleri ışıl ışıl ve devam ediyor aşkı anlatmaya:

"Aşkı yoğun yaşıyorum tabii. Yoğun yaşanırsa aşk, aşktır zaten. Yaşamdaki her şeyin önüne geçiyor aşk."

Evlilikte aradığı o uyumlu beraberliği üçüncü eşi Haluk Bilginer'de yakalamış.

"Eğer Haluk gibi bir adam yakalamışsanız evlilik çok güzel, çok başka bir kurum hâline gelebiliyor. Hem arkadaş, hem sevgili olunabiliyor. Bu, ikimizin yapısından kaynaklanan bir şey. İkili ilişkide o heyecanı, ateşi körüklemezseniz, o ilişki tavsar, heyecanını yitirir.

Biz böyle yapmıyoruz. Saygı duymak ve özen göstermek çok önemli. Aynı evin içinde, farklı ruh durumlarında olduğunuz zaman birbirine ilişmemektir saygı. Bu en güzel örnektir. Biz birbirimize karışmıyoruz, gerekmedikçe öğretmenlik yapmayız birbirimize.

Bir fotoğraf varsa karşınızda ve siz o fotoğrafa aynı pencereden bakamıyorsanız işiniz çok zor o zaman. Zaman zaman farklı yönlerden bakmak tabii ki çok güzel bir şey ama genelinde aynı pencereden bakmak gerek diye düşünüyorum.

Bu biraz da şans işi. Herkesin özeşine rastlama şansı olduğuna inanıyorum ben."


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır